Merkez Bankası Para Politikası Kurulu faiz oranlarını değiştirmedi. Fakat bununla birlikte para sıkılaştırmadan ve bankalararası piyasadaki yüzde 7,75 olan faizlerin, yüzde 9 seviyesine kadar zaman zaman çıkarılabileceğini söyledi.
Ayrıca enflasyonun da yüzde 5’lerin üzerinde görülebileceğini belirtti. Ama oran vermedi. Yani 5 rakamını psikolojik seviye olarak sundu. Peki Merkez faiz arttırmalı mıydı, niye arttırmadı?
Burada okunması gereken iki fotoğraf var. Bunlardan birincisi Merkez Bankası da, tıpkı Ekonomi Bakanı gibi, yaşanan gelişmelerin konjonktürel ve geçici olduğuna dair inanç sergiliyor. Yani diyor ki, bu sorun aşıldığında, tüm göstergeler eski seviyesine dönecek.
Fakat siyasi sıkıntı bitse bile, ekonomik gelişmeler bunun böyle olmayacağını ortaya koyuyor. Daha acısı Merkez Bankası, tıpkı Başkan Erdem Başçı’nın 1,92 kur açıklamasında olduğu kadar samimi… Yani gerçeğin bu olmadığını, sıkıntının Türkiye’nin finansman yapısı ve ekonomik modeli kaynaklı olduğunun farkında…
Resimdeki ikinci faktör ise sunulan faiz oranlarının piyasadaki reel faiz oranlarının çok altında kalmış olması… Bugün piyasada reel faiz oranı yüzde 9-11 bandında geziniyor. Merkez Bankası’nın yapacağı 25 veya 50 baz puanlık bir artış hiçbir soruna çare olmayacaktı.
Merkez’in olaya direkt müdahale edebileceği bir faiz, reel piyasanın üzerine çıksaydı bir anlam ifade edebilirdi. Fakat bunun da borçlu reel sektör ve diğer ekonomik göstergeler açısından yaratacağı problemle karşı karşıya kalacaktık.
Merkez Bankası bu haliyle doları tutabilir mi? Kısa dönemli gevşemeler ve TL bazında değerlenmeler olsa bile, kalıcı anlamda tutması çok zor. Birinci neden faiz artırımı için, yani faiz silahını kullanmak için çok geç kaldı. Doların ilk yükseldiği dönemlerde sıkı bir satış ve faiz resti, geçici de olsa nefes aldırabilirdi.
Fakat yine altını çiziyorum bu da kalıcı bir sonuç getirmezdi. Sadece iktidara faturayı seçim sonrasına taşıma olanağı sunardı. Dövize müdahale edebilir miydi? Ne yazık ki anlı şanlı gösterilen döviz rezervi, gerçek anlamda iki aylık ithalatı finance edebilecek boyutta. Yani neredeyse yok…
Bunu da havaya ateş açarak, yetersiz miktarda satışlarla sağa sola saçtığına göre, eldeki varlık daha da azaldı. Bu nedenle kalıcı bir döviz müdahalesi de yapılamıyor. Tüm bunları alt alta koyduğunuzda Kurul’dan çıkan karar doğrudur.
Gerçek bir artırım yapmayacaksanız; göstermelik müdahaleler işe yaramaz. Gerçek bir artış da, ekonomideki boyaların erken dökülmesine neden olur. Merkez’in elinde tek bir silah kaldı.
‘Biz inandık, siz de inanın.’ Özetle elimizde yeterli silah yoksa, eldeki silahlar da savaşmaya yetmekten uzaksa, söylemle psikoloji yönetmeye ve başarılı ekonomi palavrası konusunda ikna çabalarını sürdürmeye mecbur olduklarını hissediyorlar.
Daha da acıtıcı olan, insanların inanmasını istediklerine kendilerini inanmıyorlar. Dış dünya, yabancı finans kuruluşları, yatırımcılar her şeyin farkında… Onları aldatamayacaklarına gore, içteki yerel üretici ile vatandaşın üzerine gidiyorlar.
Diyorlar ki 17 Aralık olmasaydı, bunlar olmayacaktı. Bardaktaki suyun taşmasına neden oldu mu? Evet, oldu… Ama gerekçenin bu olduğu da, tıpkı başarılı ekonomi söylemi gibi koca bir palavradır.
Ekonomilerde kriz anayasa kitapçığı atıldığı veya birilerine operasyon düzenlendiği için çıkmaz. Yanlış politika uygulamışsınızdır; koşullar da artık onu beslemiyordur; bunlar sadece bahane olur. İşin özeti iki kelimede gizli. Beceremediniz ve kandırdınız. Yeter artık. Sorunu kabul edin de, çözüm konuşmaya başlayalım.
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr