İki binli yılların başıydı. Avrupa en önemli ihracat pazarımızı oluşturuyordu. Yetinmedik son derece doğru bir iş yapıp, alternatif pazarlar yaratma hedefini seçtik. Ve haykırdık müşteriye:
Ey Avrupa! Sana muhtaç değilim. Bundan sonra Türk ürünleri bütün dünyada satılacak. Oysa birini diğerine tercih etmek gerekmiyordu. Bilemedik…
Libya’ya gittik yeniden. Daha önce para batırmıştık. Ama yeniden ilişkileri tazeledik. İnşaat işlerini yapmaya başladık. Can ciğer kuzu sarması olduk. Oradan Mısır’a, Afrika’ya uzandık. Cemaat okulları üzerinden pazara girmenin yollarını aradık.
İran ile hasbıhal ettik; Irak’ta ‘beraberiz’ mesajı verdik; Rusya ile ortak gelecekten bahsettik. Azerbaycan ile projelere giriştik. Gerçekten ihracatımız arttı. Gerçi hiçbir zaman dersimizi çalışmadığımız için cari açığımızı da patlattık. Çünkü bu ülkelerle ortak işler yapmak yerine, mal satmayı tercih ettik.
Bu arada Çin dünya pazarında hakimiyetini arttırdı. 2003 yılında ortak olma hedefleri konuşulurken, rakip olmayı tercih ettik. Sonra Arap Baharı geldi kapıyı çaldı. Kuzey Afrika gitti; cemaat muhabbetine Orta Asya’yı, Afrika’ya yitirdik.
Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yaparken, yönetim düzeyinde iç işlerine karışır hale geldik. Irak’ın kuzeyinde nemalanma sevdasına kapılıp, PKK’yı, IŞİD’i palazlandıracak koridora ortam yarattık.
İran ile ters düştük; Suriye ile ilişkilerimiz kesildi. Azerbaycan Ermenistan açılımından bize halen kırgın... KKTC’yi besleme ilan ettik. Yunanistan ile gerildikçe gerildik; müflis ülkenin adalara ve kayalıklara el koymasına bile ses çıkaramaz hale geldik.
Balkanlar’dan sürüldük; Orta Asya’da güvenilmez hale geldik; civarımızı ateş çemberi haline dönüştürdük. Sonunda Rusya ile de ters düştük. Şimdi karşılıklı restleşmeler nereye varacak merak ediliyor.
AB ile gümrük birliği kavgasına giriştik, belki haklı ama zamanlaması hatalı bir hamle ile durumu sıkıntılı noktaya soktuk. Sonra mülteci meselesi gündeme geldi; havuç gösterilen bir para karşılığı milyonlarca işsize kapı açmayı kabullendik.
Eskiden insani yardımdan bahsediliyordu; onu da 3 milyar avro vaadine sattık. Bir de AB ile vize kolaylığı. Bize vizesiz giriş vaat edenler; Shengen’i kaldırmaya niyetleniyor; onu bile göremedik.
Sonuçta geldiğimiz noktada Avrupa yeniden tek pazarımız haline dönüştü. Hem de ciddi ekonomik sıkıntılar yaşayan, her geçen gün daralan bir Avrupa. Yani ‘ey Avrupa’ diye başlayan yolculuğu, ‘ne olur Avrupa’ diye tamamlayacak hale düştük.
Bugün gelinen noktada kayıpların hiçbirini Avrupa pazarının telafi etme şansı yok. Çünkü hem onlar daraldı; hem de biz kapasitemizin üzerinde yatırım yaptık. Şimdi el elde baş başta düşünüyoruz.
Hazır düşünmüşken şu sorunun da yanıtına kafa yormak gerekir. Neden bu hale geldik? Çünkü kendimize ait bir politikayla büyümek yerine, hep başkalarının treninde yolculuk etmeye çalıştık. Şimdi o başkaları da bizi trenden atıyor.
Sizce bilgiyi istihbaratla, matematiği psikolojiyle, ekonomiyi beklentiyle, diplomasiyi efelenmeyle, siyaseti de seçimle karıştıran bir ülke olarak geldiğimiz nokta sürpriz mi?
Ne demiş Konfüçyüs? “Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa, o yerde güneş batıyor demektir.”
Çetin Ünsalan