Ulusal Kanal'ın internet sitesinde yayımlanan bir haber beni oldukça heyecanlandırdı. Konu, Şükrü Saracoğlu stadında 8 Ağustos 2014 tarihinde Fenerbahçe, Beşiktaş ve Chelsea arasında yapılacak olan üçlü turnuva ile ilgiliydi. Aslında her futbol sezonu öncesinde bu tür hazırlık turnuvaları düzenleniyor. Burada asıl dikkati çeken husus, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın vermiş olduğu, pek de alışık olmadığımız, bana göre devrimci bir içerik taşıyan demeçti. Başkan Yıldırım, "bu turnuvada tribün ayırımı yapılmayacağını ve farklı kulüp taraftarlarının birlikte maçı seyredeceğini" açıkladı.
Bu beyanat beni gençlik yıllarıma geri döndürdü. 1970'li yıllarda tüm maçlar o zamanki adıyla "Mithatpaşa Stadyumu" olan şimdiki "Fiyapı İnönü Stadında" oynanırdı. O dönemlerde para hırsı nedeniyle,tarihe mal olmuş devlet büyüklerinin ismi ticarete feda edilmiyordu. Galatasaray'ın birkaç dolar için kurucusu Ali Sami Yen'in kemiklerini sızlatarak, bu kurucu önderinin ismini yeni stadına vermemesi, artık kimsenin fazla ilgisini çekmiyor.
Hepimizi piyasanın sahte değerleri şekillendiriyor.İsim yaşatma konusunda örnek alınacak kulüp: Fenerbahçe. Fenerbahçe, yıllarca başkanlığını yapan Cumhuriyetimizin kurucu atalarından büyük devlet adamı Şükrü Saracoğlu'nun ismini, sağını solunu ticari markalarla kirletmeden, gururla stadında yaşatıyor. Şükrü Saracoğlu'nun oğlu Yılmaz Saracoğlu'nun, "Şükrü Saracoğlu ve Dönemi" adlı kitabından, bu konuda Başkan Aziz Yıldırım'ın son kerte kararlı bir duruş sergilediğini anlıyor ve kendisini yürekten kutluyoruz.
70'li yıllarda Dolmabahçe Camii (Bezm-i Alem Valide Sultan Camii) önünde durup, denizden akın akın maç için gelen motorlara baktığınızda, Fenerbahçeliler ve Galatasaraylıların bayrakları ile birlikte yanyana oturduklarına tanık olurdunuz. Tamam, tribünler ayrıydı ama hiçbir koşulda rekabet, şimdi olduğu gibi, nefret ve düşmanlık düzeyinde değildi. En azından, bir pozisyonu dakikalarca tartışan televizyonlar yoktu. Aslında piyasanın, önündeki engelleri bir bir yıkarak, denetim mekanizmalarını yerle bir ederek yarattığı sel hepimizi bu noktaya sürükledi.
Genel olarak basın, özel olarak spor basını sözde "dostluk, kardeşlik" dese de, özde "rekabeti ve savaşı" körükledi. Çünkü rekabetten beslenerek tiraj artışı sağladı; televizyonlara bol reklam alan onlarca futbol programı eklendi. Bir Fenerbahçe-Beşiktaş maçında tartışmalı bir penaltı pozisyonu olması için, yağmur duasına çıkar gibi, spor basını dua etti. Çünkü bu şekilde, doğal olarak bir tartışma ortamı oluşuyor ve spor basını taraftarları,ya gazetelerin spor sayfalarına ya da televizyonların ekranlarına bağlıyordu.
Eskiden sporseverleri küçük görmek için, "Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum, futbolcu!" şeklinde özdeyişler uydurulurdu. Onların tüm dünyasının, bir futbol topu ile iki kaleden oluştuğu düşünülürdü. Ama Gezi Olaylarında görüldü ki spor seyircisi, hiç de sanıldığı gibi duyarsız ve ülke sorunlarına kayıtsız değil! Bilakis, genç, dinamik ve tepki vermesini bilen toplum kesitini oluşturuyorlar. Ayrıca, bir araya gelmenin ve toplu hareket etmenin yarattığı gücün de farkındalar. Diğer bir ifade ile bireysel değil, kolektif oynuyorlar.
Fenerbahçe'nin bir bütün olarak, Başkanı, Yönetim Kurulu, Kongre üyeleri ve taraftarları ile verdiği şanlı direniş ve onurlu mücadele şimdiden tarihteki yerini aldı. Beşiktaş'ın Çarşı Grubu, bir futbol takımının taraftarlığının çok ötesinde, toplumun sorunlarına duyarlı, ayağa kalkmasını bilen bir sosyal yapılanma olduğunu defalarca ispat etti.
Gezi olaylarında Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş bayraklarının yan yana dalgalanması, ülkemizin geleceği için ruhumuzun derinliklerinde umut volkanları patlattı. Üç büyük kulüp taraftarının ve hatta bütün kulüplerimize gönül verenlerin, nedeni ne olursa olsun bir amaç için bir araya gelmesi depolitize edilmiş toplumun ileri doğru sıçraması için çok önemli bir adımdır. Sporun heyecanı, rekabete dayanıklılığı, gücü ve yaratıcılığı, toplumun diğer sorunlarını çözebilecek gizilgücü (potansiyel enerji) bünyesinde barındırmaktadır.
Bu nedenle, Başkan Aziz Yıldırım'ın taraftarların birlikte maç seyretmesi için yaptığı çağrı, hem ülke sporunun temizlenmesi hem de futbol seyircileri arasındaki dayanışma duygularının güçlendirilmesi açısından altın bir fırsattır. Eğer, düzenlenen özel turnuvada bu yönde somut bir başarı sağlanabilirse, bu gelişme ister istemez diğer müsabakalara da yansıyacaktır.
Galatasaray da bir hamle yaptığı takdirde, bu girişimin başarı şansı daha da artacaktır. Sadece sporu düşünen, çıkar grupları ile ilişkisi olmayan, ismi gibi onurlu, Onur Belge gibi saygın spor yazarlarımız da bu projeye destek verirlerse, sporu bir hafta sonu keyfi, bir eğlence, tatlı bir rekabete yeniden dönüştürebiliriz. Hayatımızı sporla renklendirir, mutlu oluruz.
Türkiye, çok önemli bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçiyor. Önümüzde Cumhuriyet'i, birlik ve beraberliğimizi hedef alan dev gibi sorunlar var. Taraftarı olduğum Galatasaray ya da Fenerbahçe ya da bir başka takımın şampiyon olması Türkiye'nin meselelerine çare olamaz. Sporu olması gereken alana sokmalı, enerjimizi, en az tuttuğumuz takım için olduğu kadar, ülkemiz için de harcamalıyız.
Amiral Soner POLAT