Merkez Bankası’nın en son Başkanı, genel kurulda yaptığı konuşmada ilk mesajını verdi. Ne dedi? Farklı hiçbir şey söylemedi. Oysa Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu’nun gazetede yazı yazdığı dönemdeki söylemlerine baktığınızda görüşleri değişikti.
Enflasyon düşmeden faizi düşürmeyeceklerini, sıkı para politikasıyla durumu kontrol edeceklerin, karar alımlarında bağımsız hareket içinde olacaklarını, enflasyon düşünce de eyleme geçeceklerini vurguladı.
Ama köşesinde yazarken söylemleri daha farklıydı. Enflasyonun bir sonuç olduğunu, üreten bir ekonomi içerisinde kademeli olarak düşüşün mümkün olduğunu, paranın maliyetine atıfta bulunduğu, boşa harcanmış rezervi hata olarak nitelendirdiğini biliyoruz.
Şimdi benim anlamadığım, farklılar olsa da, daha önce ortaya koyduğu birçok görüşte hemfikir olduğumuz yanlar varken, birden bire nasıl para politikacı haline dönüştüğü...
Herkes genel kuruldaki konuşmayı tekrar okusun ya da dinlesin. Kavcıoğlu ile Ağbal arasında bir söylem farkı bulabilecek mi? Daha ileri gidelim. Kavcıoğlu ile Uysal arasında bir ayrım görecek mi?
Enflasyonun bir sonuç olduğunu unutmuşçasına, politika faizini enflasyonun üzerinde tutacaklarını belirtiyor. Düşürmenin de, yükseltmenin de bir işe yaramayacağı noktaya getirildiğimizin farkındayız. Bu güzel.
Ama söylemler halen rakamlar üzerinden yapılıyor. Yani aynı nakaratı dinlemeye devam ediyoruz. Ağbal göreve geldiğinde de altını çizdim. Verileri gerçeklerle örtüştürmediğimiz sürece ne itibar kazanılması, ne güven oluşması ne de yapılanların sonuç vermesi mümkün değil.
TÜİK üzerinden gerçeklerle tamamen ilgisini yitirmiş bir veri manzumesi içerisinde, maliyetlenmenin salt dolardaki yükselişten kaynaklandığını ima eden, politika faiziyle piyasa faizinin ayrışacağının izlerini veren yaklaşımla sonuç a-lı-na-maz.
Türkiye dövizden kaynaklanan ekstra bir maliyet ile karşı karşıya. Bu da söylendiği gibi derinliği olmayan ve tamamen siyasi yaklaşımlardan kaynaklanan bir durum değil. Dövizdeki artışın temelinde bir yanda güvensizlik varsa, öte tarafta da döviz ihtiyacının şiddetlenmesine karşılık döviz yokluğu var.
Enflasyonu arttıran ise ağırlıklı olarak talep ya da kurdaki yükseliş değil, girdi maliyetlerindeki yükselişten ithalat temelli ihtiyaç karşılama yaklaşımına kadar bir dizi ekonomiyi yanlış okuma gerçeğidir.
Fiyatlar üzerindeki sadece üretim maliyetleri değil, vergilendirme ve açık hesaptan kaynaklanan vadelendirme baskısıdır. Ekonomiye reel sektör bazında yaklaşmaz, üretimi esas almaz, planlamaya geçmez, insanların alım gücünü arttıracak eğilimlere girmez ve üreteni ürettiğini pişman edip, ithalatla durumu çözerken, bütçeyi ithalattan kaynaklanan vergiyle dengelemeye çalışırsanız, yine sonuç alınamaz.
Günün sonunda üretemeyen borcunu ödeyemez. Alacağını tahsil edemeyen içte ve dışta yükümlülüklerini yerine getiremez. Kısır döngü içerisinde bırakın istihdam artmasını, işsizliğin körüklenmesi engellenemez, bankalardan kamuya kadar da alacaklar kağıt üzerinde kalmaktan kurtulamaz.
Ekonomi yönetimi artık hatalarının faturasını kurumlara çıkarmaktan vazgeçmelidir. Bu model iflas etmiştir. Ya gerçekten ayağı yere basan, bilimsel verileri esas alarak bir yola çıkılacak ya da bu kısır döngü içerisinde ağırlaşan faturalarla birlikte aynı nakaratla farklı sonuç beklenme çılgınlığı devam edecek.