Türkiye’nin 2016 yılı cari açığı açıklandı. 32 milyar 600 milyon dolar. Cari açık toplamında bir gerileme gözüküyor. Bu açıdan sadece rakamlara bakarsak sevinmek mümkün oluyor. Fakat işi biraz analiz etmeye başladığınızda ‘iki, birden büyük müdür’ sorusu gündeme geliyor.
Matematiksel olarak baktığınızda her zaman denilebilecek bu sorunun yanıtı, ne yazık ki söz konusu olan ekonomi olduğunda değişebiliyor. Neden mi? Bir üniversitede final zamanı tüm hocalar harıl harıl sınav sorusu hazırlarken, iktisat hocaları ağacın altında yatıyormuş.
Diğer hocalar buna bozulup ‘neden çalışmadıklarını’ sormuşlar. İktisatçıların yanıtı net olmuş: ‘Siz her zaman soru hazırlamak durumundasınız. Oysa biz her yıl aynı soruyu sorarız; ama yanıtı değişiktir.’
Çünkü ekonomi yaşayan bir kavramdır ve koşullar, aynı durumun farklı yorumlanmasına yol açar. Bundan yola çıkıp cari açık meselesine gelirsek, işte orada insanın sevinci kursağında kalıyor.
Öncelikle cari açıkta ana faktör olan dış ticaret açığının yapısını değiştirecek bir şey yapmadık. Yani problem tüm haşmetiyle ortada duruyor. Oransal olarak yükselmesi ya da düşmesine takılmayın. Daha farklı bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Şimdi gelinen noktada doğru bir analiz yapmak için yine matematiğe başvuralım.
Türkiye’nin 65 milyar dolar açık verdiği 2013 yılında, 14 Şubat 2014 tarihindeki, 2,18’lik dolar / TL kuru üzerinden, ülkemize maliyeti 141 milyar 700 milyon TL idi. 2016 verileri açıklandı. Cari açık 32 milyar 600 milyon dolar. 14 Şubat 2017 tarihindeki 3,65 dolar / TL kuru üzerinden bize maliyeti 119 milyar TL.
Bu hesapla olaya yaklaştığımızda 22,7 milyar TL’lik bir avantajımız oluşuyor. Dolar bazında yüzde yüze yakın bir gerilemenin, TL olarak hesaplandığında yüzde 15’lik bir avantaj olarak yansıması, esasen sorunun boyutunu da ortaya koyuyor.
Öncelikle firmalarımızın düşen gelirlerinin ve daralan pazarlarının önemli bir problem olduğunu ortaya koymamız gerekiyor. Yani o süreçteki 1 dolar ile, 2016 yılındaki 1 dolar arasında önemli bir alım gücü farkı var.
İhracatçımızın gelirlerinin avro olduğu hesabını da ortaya koymak gerekiyor. 14 Şubat 2014 tarihinde dolar/avro paritesi 1.36... 14 Şubat 2017’de parite 1,06... Yani makastaki gerilemeyi dikkate aldığınızda geliri avro, gideri dolar olan reel sektörün buradan da bir erime yaşadığını görmek mümkün.
Toplamda cari açık finansmanına bakalım. Çünkü cari açık ile ilgili en önemli noktalardan birini de bu oluşturuyor. Türkiye’ye eskisi gibi sıcak para gelmediği açık. Yani 1 dolar, bizim için eskisinden nispi olarak daha değerli. Soyutu bırakıp, somuta bakalım.
2013 yılında ülkemizin turizm geliri 32,3 milyar dolar. 2016 yılındaki turizm geliri 22 milyar dolar. Yüzde 29,7’lik gelir düşüşüne rağmen, cari açık finansmanı açısından baktığınızda hiç fena bir rakam değil. Yine de sorunu ortadan kaldırmıyor. Çünkü bu tesislerin sıkıntısının büyüdüğü bir yıl oldu.
Bu oran bile turizme neden özel önem vermemiz gerektiğini bize bir kez daha gösterse de, halen bir turizm master planı yapmamış olmamız, geleceğe yönelik projeksiyon eksikliğimiz ve yüzde 40’la yakın düşen oda fiyatlarımız 2017 ve sonrasında neden ders çalışmamız gerektiğini ortaya koyuyor.
Bu seneyi atlattık. Peki sonra ne olacak? İşte en önemli eksiğimiz burada başlıyor. Mesela Başbakan Binali Yıldırım, tarımda Ziraat Bankası’ndan alınan kredilerin 5 yıllık süreçte yapılandırılacağını açıkladı. Son derece olumlu bir yaklaşım.
Bununla birlikte, süreç içinde durumu tersine çevirecek gerçekçi bir eylem planı açıklamıyorsanız, tıpkı turizmdeki gibi gün kurtarırsınız. İşin özü Türkiye’nin ders çalışması gereken bir döneme giriyoruz. Elde avuçtakini fonda toplayıp, açık verdiği için cepten ödemeye neden olan akıl zorlayan projelere değil, mevcut sektörlere destek vermemiz şart.
Aksi takdirde toprağa gömeceğimiz yeni milyar dolarlar, kazancı olmayan, verimsiz yatırımlarla görüntüyü kurtarır; ama ne cari açık sorununu çözer; ne de ülkenin tekrar üreten bir özellik kazanmasını sağlar. Sözün özü bugünkü fotoğrafta bir, ikiden büyük gözüküyor. Kabul edip, etmemek size kalmış. Ekonomi nasılsa sürekli gerçeği yüzümüze vuruyor.
Çetin Ünsalan