Faiz konusundaki ısrar devam etti ve 100 baz puan bir indirim daha geldi. Gelişmeler gösteriyor ki, Aralık ayında bir bu kadar daha indirim yapmak için algı da oluşturuldu. Tüm bunların ekonomik gerekçesi olmadığını ve sadece dolar / TL kurunu aleyhimize yukarı yönlendirdiğini, bunun da enflasyondan girdi maliyetlerinin yükselmesine kadar birçok sorunu tetiklediğini biliyoruz.
Bu mesele bir işbilmezlik olarak konuşuluyor ama bundan çok emin değilim. Zira bu kadar göz göre göre hatalı bir eğilim içine girilmesinin, en azından kendi içinde bir mantığı olması gerekiyor.
Faiz düşerse enflasyon düşer ya da faiz neden enflasyon sonuçtur gibi, gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir savın da gerçekten savunulduğunu sanmıyorum. Bunun böyle olmadığının da bilindiğini düşünüyorum.
Peki gerçekten amaç ne olabilir? Bu sorunun yanıtı ararken olasılıkları masaya yatırmak gerekiyor. Hatta belki de biraz geriye gidip bir kaç gelişmeyle birlikte okumakta fayda var.
Hatırlayacaksınız döviz mevduat hesapları ile ilgili birikimin çoğunun katılım bankalarında olduğu haberi basına yansımıştı. Bu bankaları ağırlıklı olarak iktidara yakın isimlerin kullandığını biliyoruz.
Düz mantıkla meseleyi yorumladığınızda acaba iktidara yakın isimler dövizin yükselmesinden menfaat sağlıyor olabilir mi? Meselenin bu kadar basit olmaması gerektiği inancındayım. O yüzden yanıtı tek başına bu faktör vermiyor.
Çılgınca 300 baz puan düşürdükten sonra, yeni faiz beklentisi yaratılan son toplantının hemen öncesindeki TÜSİAD üyelerine yönelik olduğu çok açık değerlendirmeyi de buna ilave etmek gerekiyor. Ne denmişti? “Biz faizi düşürüyoruz siz de yatırım yapın.” Sonra da bir sallama muhabbeti gelmişti.
Oysa üç kamu bankası faiz oranlarını düşürürken, konut faizleri üzerinden bir destekleme mekanizması açıklamışlardı; hem de ortak metinde. Yani konut dışı sektörlerde hem paranın maliyeti, hem ekonominin durumu, hem de hukuktan başlayan başlıklarda ortadaki ekosistem çok da yatırım yapmaya müsait değil.
Öte yandan girdi maliyetleri de, üreticinin enflasyonu da sürekli artıyor. Artmakla kalmayıp, bunların fiyatlara yansıtılamadığını da görüyoruz. Böylesi bir tablo ancak firmaları köşeye sıkıştırır ve işin içinden çıkamayacak noktaya getirir.
O zaman yapbozun tüm parçalarını birleştirip, resmi tekrar okumaya çalıştığınızda karşınıza tek bir olasılık çıkıyor: Acaba bu sermayenin el değiştirmesi için kullanılan bilinçli bir yöntem mi?
Mevcut faiz yaklaşımın herhangi bir iktisadi karşılığı olmadığına, döviz mevduatları da ağırlıklı olarak iktidara yakın bankalarda biriktiğine göre, acaba şirketini elinden çıkarmak isteyenlere, ellerinde kurdan kaynaklanan dolarize olma gücünü de almış birileri, bu şirketleri satın almaya mı yeltenecek?
Bu benimki sadece bir teori… Bu filmi 2001 senesindeki krizden yaşamıştık. O dönemde de sermaye gücünü yitiren çok sayıda firma yok pahasına elden çıktı. Yabancı ortaklığa gittiler ve 2-3 sene içinde sermaye arttırımıyla devre dışı bırakıldılar. Şüphesiz pazarlarını da teslim ederek.
Şimdi insanın aklına ‘biriken konutların batan geminin malları gibi yabancılara, sıkışan firmaların da iktidara yakın isimlere kaydırılması amaçlanıyor olabilir mi’ sorusu geliyor. Biliyorum bu bakıştan komplo teorisi gibi gözüküyor.
Ama yapılan hamlelerin akılla bağdaşmadığını, bunu yapanların da gerçekten bu kadar cahil olamayacağını hesaba kattığınızda, insanın aklına gelen bu teori için tek bir yorum kalıyor? Neden olmasın? Oyunu bozmak mı istiyorsunuz? Ne olursa olsun satmayın.
[email protected]