‘Allah tuttuğunu altın etsin’ derler ya, yakında bu ülkede ‘rakamları ye’ diye bir söylem çıkarsa şaşırmayın. Çünkü başarılar, başarısızlıklar o kadar rakam odaklı oldu ki, kağıt üzerinde konuşulan ama sokağın gerçeğiyle hiç uyuşmayan her şeye ‘ekonomi denir’ oldu.
Oysa ekonomi biliminin temel konusunu insan teşkil eder. Bu nasıl bir para hırsıdır ve nasıl bir göz dönmesidir ki, bakanlar başta olmak üzere ekonomiyi yönetenler ve onların gölgesinde bu konuda embedded gazetecilik veya ekonomistlik yapanlar çıkıp sürekli kimseye faydası olmayan, gerçekliği de ayrıca tartışmalı olan rakamlardan bahsediyorlar.
‘Türkiye büyüdü, ama istihdam yaratmakta sıkıntılar var’ diye yapılan yorumlara bile sıkça şahit olduk. ‘Daha ne olsun’ derler adama… Refah düzeyi artmıyor, borçluluk freni patlamış otomobil gibi duvara gidiyor, üretici maliyetlerine yetişemediği için adam çıkarıyor, ihracat yapılıyor ama kârlılık olmadığı için firmaların sermaye ihtiyaçları ve borçluluk oranları artıyor.
Bu ülke şehit sayısını ‘adet’ ile ifade eden bakanları bile gördü. Dönelim tekrar ekonomiye… Tuzla’da insanlar öldü; birkaç gün ortalık yıkıldı, sonra dönüp geçildi. Sözleşmeli Türkiye yaratıldı; insanlar güvencesiz ve özlük haklarından mahrum olarak çalıştırıldı. Çocuğunun işsiz olduğunu söyleyen babaya ‘senin de oğlun işsiz kalsın’ dendi.
Rakamlara bakıp çocuk sayısını önce üçe, çamaşır ve bulaşık makinesi olduğunu söyleyerek de beşe çıkaranlar, Türkiye’nin demografik yapısıyla istatistik olarak ilgilendiler, ama yine dertleri rakamdı. İlk bakışta doğru da olsa, bu işin ‘ama’sını konuşmadılar. Gelecek yaratamadığınız kuşakların avantaj değil, sosyal patlama riski olduğunu anlatmadılar.
Çocuğun olsun da nasıl olursa olsun… Özelleştirme yaptılar, insanlar kapının önüne konuldu ‘yetim hakkı yemekle’ suçladılar. KKTC meselesine salt para gözüyle bakıp, insanlara sığıntı muamelesi yaptılar. Dikkat edin hiçbir yaklaşımlarında insan yok.
Bu yüzden Türkiye asıl felaketine doğru yürüyor. Sadece istatistiklerin, rakamların ve paranın gölgesinde konuşulan bir ekonomi, keçiboynuzu yemekten başka bir anlama çıkmaz. Sadece kemirir, deve gibi geviş getirirsin.
Şimdi Türkiye’de arka arkaya iş kazaları oluyor. İnsanlar gözümüzün içine baka baka ölüyorlar. Kimileri kader dese de, öyle olmadığını kendileri de biliyor. Bu konuyla ilgili bir yasal düzenleme yaptılar. Fakat yine temele insanı koymayıp, kağıt üzerinde kural koydukları ve gerekeni yapmadıkları için insanlar ölmeye devam ediyorlar.
En dikkat çekici olan ise Zonguldak’taki son maden kazaları… Öyle bir ihmal var ki, hayatını kaybeden işçilerden birinin dramı her şeyi anlatıyor. 2013 yılında hayatını kaybettiği yerde, 21 sene önceki kazada babasını yitiriyor. Şimdi bu kader mi? Peki önlem olarak ne alındı biliyor musunuz?
Borçları nedeniyle icralık olan maden işçisi, işten çıkarılacak. Çünkü aklını işine veremiyormuş. Bunu neresinden tutacaksınız? Tüm önlemler alındı, gereken teknolojiler kullanıldı da, grizu işçinin icralık haline kafası bozulduğu için mi can aldı?
Bir diğer boyutu daha trajik… İnsanların yok pahasına orada çalıştırılmasına sesiniz çıkmayacak. Sağlığıyla ilgili önlemleri almayacaksınız; çoğu emekli olduktan sonra hayatını kaybedecek. Çalışırken geçinemediği için borç kıskacına düşecek ve siz ‘ihtiyacın ve problemin ne’ diye sormak yerine, onlara icralık durumlarını temizlemeleri için 1 sene süre vereceksiniz.
İşte rakamla yönetilen, kağıt üzerinde iyileştirilen, borsa, döviz, faiz üçgenine hapsedilip, üretimi, emeği göz ardı eden, uygulanan yanlış ekonomik modeller nedeniyle işsizliğe neden olan, firmaları batıran muhteşem ekonomi palavrası… Soruyorum tekrar: Bu palavranın içindeki insan nerede? Yanıt belli: Yok… Çünkü bu ülkede insanın değeri yok.
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr