Bay Bidermann kim?

Üveys Akıncı Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Son iki haftadır yaşadığımız orman yangınları, aklı ve yüreği yerinde duran herkesi büyük üzüntüye boğdu. Ancak bu tip felaketler, bize sadece üzülenlerin değil, her şeye itiraz etmekten başka bir şey yapmayan bir insan türünün bu alanda sonradan edinilmiş genetik kodlar geliştirdiğini, hatta bu itirazı yüreklerinde yeşeren gizli sevinci örtmekte kullandığını gösterdi. Ve maalesef bu yangınlar da her konuda olduğu gibi ülkeyi ikiye bölen tartışmaların bir başka sürümüne sahne oldu. Hani derler ya, yangına körükle gittiler. Öne sürdükleri iddialar ise gülünçtü: İklim değişikliği, sigara izmariti, mangal ateşi, cam kırıkları vb... Gerçekten de, ilk günler derin sessizliğe gömülenlerin kafalarını kumdan çıkardıklarında ilk söyledikleri bunlardı. İlk hafta boyunca Pkk’nın adını anamadılar bile. Otuz yıldır neredeyse her yaz ormanlarımızı yakan Pkk’dan bihabermiş gibi tutum aldılar. Bu yöndeki şüpheleri bile faşist, ırkçı, milliyetçi vb olmakla suçladılar. “Ne örgütü canım? Üstlenmediler ki,” diyebildiler. Sanki Pkk’nın otuz yıldır çıkardığı ve üstlendiği yangınlar için bir çift eleştiride bulunmuşçasına her zamanki gibi hırsızı değil, Nasreddin Hoca’yı suçladılar. Çünkü böylesi daha kolay ve tehlikesizdi. Israrla Amerikan polisiye filmlerinden fırlamış dedektifler gibi ispat beklediler. Yakalananların Pkk bağlantısına inanmadılar. Terör örgütü bile kendini bu şekilde savunmadı. Pkk’nın yangınları üstlendiği gün sırtlarını ABD markalı sosyal medya kampanyalarına dayadılar: “HELP US(A)!” Bir hafta içinde iki yüzü aşkın orman yangının tesadüf olduğunu düşündürmek istediler. Handiyse yangınları üstlenen Pkk’yı bile ormanları yakmadığı konusunda ikna etme çabalarına vardıracaklardı. Ne demeli? Neyse ki, üç uçakla iki hafta içinde üç yüzü aşkın yangını söndürebildik!

Öte yandan kökü ABD’de olduğu anlaşılan “Help Turkey” başlıklı sosyal medya manipülasyonu bu kesimin içine düştüğü aymazlığın başka bir türüydü. Tam da Pkk yangınları üstlendiği gün sosyal medya bu kampanyayla coştu. İyi niyetli devekuşlarına nefes alabilmek için kafalarını kumdan çıkarma fırsatı doğmuştu. Ne rastlantı ama! İki haftada çıkan üç yüz yangın gibi bu zamanlama da bir tesadüftü tabii ki!

İsviçreli oyun yazarı Max Frisch’in “Bay Biedermann ve Kundakçılar” adlı epik oyunu, kendi çıkarlarını kollamak için kundakçılarla iş birliği yapmakta bir sakınca görmeyen küçük burjuva sınıfının iki yüzlülüğünü anlatır. Frish, Biedermann’ın saf biri mi yoksa kendi çıkarları için kötülüğe göz yuman sinsi küçük burjuva tavrının vücut bulmuş hali mi olduğu konusunda izleyiciyi ikilemde bırakır. Yazarın amacı izleyicinin bu konuda kendi düşünsel süreci içinde bulmasını sağlamaktır. İlk bakışta aptallığa varan bir saflık içinde yaşadığını düşündüğümüz Biedermann’a izleyici buruk bir sempati besler. Ne de olsa sokakta kalmış fakir adamları evinin tavan arası odalarını açarak yatılı konuk edecek kadar saf ve iyi kalplidir! Oysa Bay Biedermann o kadar da saf değildir. Bir süreden beri şehirdeki evlere sığınıp ardından o evleri kundaklayanlara evini açan, onları ağırlayan, şereflerine şölen düzenleyen Bay Biedermann, aslında sadece kendini korumaya çalışmaktadır. Kötüye sahip çıkarak kötülükten korunma taktiği… Evine sığınan kundakçıların kundakçı olduğunu anlamazdan gelir. Bir türlü onların kundakçı olduğuna inanmak istemez, ya da bu açık gerçeği kabullenmek işine gelmez, inatla onların masum olduğunu karısına karşı savunur. Oysa kundakçılar kundakçı olduklarını asla saklamazlar. Bay Biedermann görünüşte kundakçılara iyilik yaparak, her isteklerine boyun eğip sessiz kalarak tehlikeyi savuşturabileceğini düşünmektedir. Elbette bu tavrının arkasında evlerinde hizmetçi kadından fabrikasında çalışan işçilerin emeğini sömürmek gibi suçlarını gizlemek de gelmektedir. Evine her gün benzin bidonları ve odun yığan kundakçıları görmezden gelen Biedermann evinin bu kişiler tarafından kundaklanması önlemek şöyle dursun, oyun sonunda kundakçılara evini yakmaları için çakmak veren kişi olmak zorunda kalır. İlk bakışta Stockholm Sendromunu hatırlatan bu yaklaşım, aslında çıkarı uğruna aptalı oynayan insanın başının felaketten kurtulmayacağını anlatır. Öte yandan, Bay Biedermann kelliğe karşı ilaç üreten bir fabrikatördür. Ancak ironik olarak kendisi de keldir. Hani derler ya: “Kelin ilacı olsa kendi başına sürer, o misal. İnsanın aklına Bektaşi fıkrasını getiriyor: Dilenci Bektaşi’ye yanaşıp yardım ister, “Help Me,” der, para dilenip dualar eder. Bektaşi de cevaben “Yahu önce sen kendine yardım et. Zaten duan kabul olunsaydı, sen bu halde olmazdın,” der.

Tüm yazılarını göster