Türk reel sektörünün bugün itibariyle en büyük girdi problemlerinin başında enerji maliyetleri geliyor. Dünyadaki rakiplerine oranla, alım gücünü de dikkate alarak hesap yaptığınızda çok ciddi bir dezavantaj ile karşı karşıyayız.
Avrupa İstatistik Kurumu Eurostat’ın satın alma gücü paritesine göre yaptığı hesap da bize gösteriyor ki, 100 kWh ile Avrupa’nın 29,2 avro ile en pahalı elektriğini kullanan ülkesiyiz. Öte yandan madalyonun tersine de bakalım. Elektrik üreticileri de maliyetleri göz önüne alındığında ayrıca sıkıntı yaşıyor.
Peki bunun karşılığında nasıl bir çözüm bulmalıyız? Çünkü sadece hane halkında değil, tarımdan sanayiye kadar bir atılım gerçekleştireceksek, enerjide arz güvenliğini ve optimum fiyatı yakalarken, önümüzdeki süreçte karşımıza çıkacak yenilenebilir kaynaklarla üretim yapma zorunluluğu da en büyük ödev olarak adım adım geliyor.
Oysa elimizde son derece yerli bir kaynak var. İlk kez, MÖ 10 bin yılında Akdeniz Bölgesi’nde çanak, çömlek, cam, tekstil, krem imalatında kullanılan jeotermalden bahsediyoruz. Daha sonra tarih içinde Anadolu’yu incelediğinizde de kalıntılar bize gösteriyor ki, bir çok yerleşim bölgesi jeotermal ile yerden ısıtmalı sistemleri kurgulamış.
Bu enerji tipinin çevreye ve tarıma zarar verdiği iddia edilse de, eldeki bilimsel çalışmalar bunun tersini ortaya koyuyor. Daha önce bana da ulaşan iddia sahiplerinin ise konuyla ilgili paylaşılmış bilimsel bir çalışma raporu bulunmuyor. Defaten istememe rağmen, önüme konulmadı.
Tartışmaları bir kenara bırakırsak, doğalgaz, petrol başta olmak üzere kesin ithalatçı ülke olmaktan çıkmanın yollarını aramalıyız. Fakat bu zannedildiği gibi nükleerle olacak iş değil. İşin kendi içindeki tartışmalarını bir kenara koysak bile, önümüzdeki dönemde uranyum başlıklı bir nükleer tesisten üretilmiş ya da fosil yakıtlar kullanılarak üretilmiş bir ürünün dünya pazarlarında şansı sıfır olacak.
Jeotermal meselesine ilk kez dikkatimi rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu’nun Aydın’da yaptığı bir konuşma çekmişti. Sonrasında da takibi bırakmadım. Faaliyet gösteren firmaların tamamı yerli, enerji tipi yerli, fakat bu enerji tipinin tek bir dezavantajı var. Sondaj ve arama çalışmaları çok maliyetli. Ne var ki bu konuyla ilgili de gözümüzün önünde duran bir fırsatı kaçırdığımız gözüküyor.
Geçtiğimiz günlerde Endüstri Radyo’daki programıma konuk olan JESDER (Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği) Başkanı Ufuk Şentürk çok ilginç bir bilgi paylaştı. Şimdi o programda söylediklerini; noktasına virgülüne dokunmadan size aktaracağım. Şöyle dedi JESDER Başkanı:
“ Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ve diğer petrol arayıcılar, ülkemizde bugüne kadar 4 bine yakın petrol kuyusu açmış. Bunların 2 bin tanesini boş diye terk edilmiş. Hazır açılmış, parası harcanmış ve üstleri sıcak su dolu. İçine bir pompa indirin ya da açın vanasını sıcak suyu alın. Hesaplarımıza göre bu petrol kuyularındaki ısıyla 50 bin dönüm sera ısıtması sağlanabilir. Ayrıca 350 bin dönüm topraktan elde edilebilecek verime ulaşmamız mümkün.
Kim yapmış bu hesabı? İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün TÜBİTAK ile birlikte yaptığı çalışmada ortaya konuluyor. Bu çalışmayı Tarım Bakanlığı’na ilettik. Çok önemsedi. Tek taraflı bunun yürümesi mümkün değil. Bu çalışmanın içine Enerji Bakanlığı’nın da girmesi lazım. Çünkü bu kuyulardaki veriler devlet sırrı niteliğinde. Ama burada da memleket meselesinden bahsediyoruz.
Çünkü içindeki veri bizi ilgilendirmiyor. Biz sıcak suyla alakalıyız. Orada sera yapacak, konut ısıtacak yatırımcıyı veya vatandaşı o kuyunun içindeki hiçbir veri ilgilendirmiyor. Gerekirse Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü bu kuyuların işletmesini üstlenir. Kuyunun başında bize sıcak suyu verir. Altında ne olursa olsun.
Bununla ilgili başvurularımızı her iki bakanlığa da yaptık; çalışmalar devam ediyor. Elbette yasal alt yapısının da oluşması lazım. Gerekirse bu petrol kuyularının sahipleri, boş çıkan kuyu nedeniyle madem petrolden para kazanamadılar; su satsınlar para kazansınlar.
Çünkü bu bir kaynak. Bunu satarak memlekete hem tarımsal açıdan, hem dış ticaret açığımızı kapatmak bakımından, hem de kendilerine gelir getirmek anlamında büyük bir kaynak yaratmış olacaklar.
Şu anda yapılan keşiflere göre sadece Batı Anadolu’da 30 bin megawatt termal mevcut. Bununla yaklaşık 6 milyon konut ısıtabiliyoruz. Afyon, İzmir, Uşak, Denizli, Manisa, Aydın, hatta Muğla taraflarında da var.
Sanayi açısından da birçok kullanım yeri söz konusu. Şu an tespit ettiğimiz 27 sanayi dalında jeotermal kaynakların ısısını kullanabiliyoruz. Çimentodan tekstile, tarımsal ürünlerin kurutması da dahil.
Türkiye ürettiği yaş meyve sebzenin yüzde 10’unu çöpe atıyor. Oysa bunu jeotermal kaynaklarımızla kurutup, kurutulmuş meyve ve sebze olarak arz edebiliriz. Bunlar tarımsal yatırım, ticari değil.100 TL’lik kömür ya da fosil yakıtlarda ısıttığınız serayı 20 TL ile ısıtabilirsiniz. Jeotermal kaynakların sadece yatırım maliyeti çok yüksek.”
Zaten o sorun da Ufuk Şentürk’ün bahsettiği bu boş petrol kuyularıyla büyük ölçüde aşılıyor. Türkiye’nin birim kazancını arttırması ve üreterek para kazanmasının yolu rekabetçi olmaktan geçiyorsa, yine ithal bağımlılığı yaratacak enerjiler yerine, bu tip kaynakları gündeme almalıyız.
Özetle JESDER Başkanı petrol aramak için açılan 4 bin kuyudan, boş çıkıp terk edilen 2 bin kuyuda unutulmuş bir hazineden söz ediyor. Sizce de tartışmaya değmez mi?
[email protected]