Ulusal Kanal’ın internet sitesinde gördüğüm haber beni sarstı ve yerimden fırlattı. Gözlerime inanamadım! Çünkü haber gerçeği yansıtmakla birlikte, parti yönetiminin seçim öncesinde bu kerte cüretkâr olamayacağını düşünüyordum. Hemen sokağa fırladım ve bir gazete bayi buldum. Kalan son Yurt gazetesini satın aldım. Haber ilk sayfada sürmanşetten geçilmişti: “BÜYÜK KOALİSYON! 8 Haziran sabahı AKP-CHP ortaklığı konuşulacak!” Hemen yandaki fotoğrafta ise kurtarıcı Mesih (!) Derviş ile Dersimli Kemal arz-ı endam ediyorlardı…
Haber önemliydi, çünkü içindeki Kemalistleri ve gerçek aydınları tasfiye eden Yurt gazetesi tam anlamıyla yeni-CHP’nin yayın organıydı. Sahibi bir CHP milletvekiliydi. Gazeteden ayrılan usta yazar Cüneyt Ülsever’e göre, 85.000 civarındaki tirajlara ulaşan gazete, Atatürk çizgisinden kaydıkça okuyucu kaybetmiş ve 9.000’lere kadar gerilemişti. Bu nedenle parti yönetiminin istek ve bilgisi dışında böyle bir haber yayımlanmış olamazdı!
Böylece cezaevlerinden başlayarak uzun bir süredir gözlemlediğim ve onlarca yazı ile kamuoyuna duyurmaya çalıştığım görüşlerimi, yeni CHP yönetimi dolaylı olarak teyit etmiş oluyordu. Yüzlerce kişi beni arayarak, “önceleri görüşlerimi biraz abartılı bulduklarını ama şimdi tam anlamıyla haklı çıktığımı” açık yüreklilikle ifade etti. CHP özünden ve doğasından uzaklaşmış, farklı bir kulvara girmişti!
Şimdi isterseniz, analitik bir yöntemle konuyu masaya yatıralım:
MESELE:
CHP, AKP ile bir koalisyon hükümeti kurar mı?
ÖNCESİ:
Bilindiği üzere, Kılıçdaroğlu henüz genel başkan seçilmeden, CHP tarihinin en erdemli ve birikimli dış politika uzmanlarından birisi olan Büyükelçi Onur Öymen’i hedef tahtasına koyarak suni bir Dersim tartışması başlattı. Cumhuriyet düşmanı ve feodalite kalıntısı Seyit Rıza’yı göklere çıkaran Kılıçdaroğlu, Onur Öymen hakkında ağır sözler sarf etti.
Emperyalist merkezlerin hazırladığı kaset tuzağı ile tasfiye edilen Baykal’ın yerine Genel Başkan oldu. İlk icraatı Cumhuriyete bağlı kadroları tasfiye etmek ve CHP’in kimyasına uymayan bölücü, dinci ve liberalleri partiye doldurmak oldu.
İNCELEME:
İç Siyaset:
Kanlı terör örgütü PKK’ın avukatı olan ve 705 kod numarası ile tanınan Sezgin Tanrıkulu Parti’nin teorisyeni oldu. Bu zat-ı muhterem, çıkacak sonuç belli olduğundan ön seçime sokulmadan kontenjan milletvekili yapıldı!
Atatürk için ağza alınmayacak sözler sarf eden dini hassasiyetleri kuvvetli (!) eski bir Saadet Partisi mebusu, Mehmet Bekaroğlu, Genel Başkan yardımcılığına getirildiği gibi, tanıtım ve halkla ilişkilerden sorumlu oldu!
“Türkler Yunanlılara Kurtuluş Savaşı’nda katliam yaptı!” diyen tarih bilgisi yüksek seviyedeki (!) bir vekil, Hüseyin Aygün, “Ben mebus olmak istemiyordum, Kılıçdaroğlu beni zorla seçtirdi!” dedi.
Aynı zamanda bir bilim insanı olan CHP milletvekili Birgül Ayman Güler’in, akademik bir üslupla Türk Milleti ile Kürt Milliyetçiliği arasındaki ayırımı gösteren bilimsel açıklaması yeni CHP yöneticilerini çılgına döndürdü. İl Başkanlarını toplayarak, bilime bıçak çeken ve bölücülüğü teşvik eden bir açıklama yaptırdılar.
Emine Ülker Tarhan, Süheyl Batum gibi bu ülkenin en saygın iki hukukçusuna yapmadıklarını bırakmadılar.
“Laiklik tehlikede değildir; türban sorununu biz çözeriz; cemaatler niçin zararlı olsun’” gibi söylemlerle bütün dengeleri bozarak ve AKP’yi tahrik ederek, gericiliğin önünü ardına kadar açtılar. Sonuçta türban ilkokullara girdi; Anayasa ve yasaları uygulayan Sevgili Hocamız Rennan Pekünlü cezaevine konuldu!
Açılıma AKP’den bile daha istekli olduklarını her vesile ile gündeme getirdiler.
“Benim adım Dersimli Kemal, AB’nin özerklik şartını tereddütsüz uygulayacağız!” dediler.
Hukuk:
Ergenekon, Balyoz ve diğer tertip davalarda önemli bir rol oynadığına inanılan hizmet hareketine mensup polis ve yargı mensupları için Adliye’yi birbirine kattılar. Bu ise bizim siyasi çıkarlarımıza hizmet ettiği takdirde, “hukuk falan tanımayız!” anlamına gelmiyor mu? Hâkim Oktay Kuban, TSK’ya ve yurtseverlere düşman ceza hukuku uygulayan yargı mensuplarının halen sistem içinde olduğunu söylüyor. CHP iktidar olursa, hizmet hareketi ile uyumlu ilişkileri dikkate alındığında, bunları da kucaklamaz mı?
Ekonomi:
AKP’nin sadaka ekonomisi ve Kemal Derviş’in küresel efendilerinin önerdiği vahşi liberalizm dışında, CHP’nin önerdiği bir ekonomik model var mı? ABD, AB ve küresel sistemle uyum içinde, AKP’nin şu anda uyguladığı ekonomik politikalardan farklı CHP ne yapabilir. Zaten iki maaş ikramiye, yani sadaka ile kapı açılmadı mı?
Cumhuriyet Değerleri:
Emperyalizmin dayattığı, son şeklini ABD’de alan halkın bölücü anayasa tabir ettiği ve Anayasamızın temel değerlerini hedef alan çalışmada, halkın büyük tepkisi nedeniyle AKP masadan kalktığı halde CHP niçin bu sinsi projeye sıkı sıkıya sarıldı? Cumhuriyetçi bir derhal masayı terketmeliydi!
Atatürk İlke ve Devrimleri:
Türban ve çarşafı olağan karşılayan, dini bir örgütlenme olan cemaati meşru kabul eden bir zihniyetin laiklik anlayışı ne kadar tutarlı ve güvenilir olabilir?
Türk adını anayasadan çıkarmak isteyen çalışmalara destek bir kesim ne kadar milliyetçi olabilir?
Ezilen halk katmanlarını Kemal Derviş’in insafına terk edenler ne kadar halkçı olabilir?
Güneydoğu’da özerklik koşullarını sonuna kadar uygulayacağız diyenler, ancak karşı devrimci olabilir!
Küresel çetelerin dayattığı vahşi liberalizmi baş tacı yapanlar ne kadar kamucu olabilir?
Dış Siyaset:
ABD, AB ve Batı’nın diğer sinsi devletleri ile uyum içinde olanlar Türkiye’nin hangi dış meselesini savunabilir? Güneydoğu, İran, Irak, Suriye, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz, Ermenistan, Dağlık Karabağ sorunlarında Batı yanlısı politikalar izlenerek Türkiye’nin hayati ulusal çıkarları savunulabilir mi?
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME:
Sonuç:
Aslında özü itibarıyla, nüanslar dışında AKP ile CHP arasında büyük bir fark yoktur. Her iki parti de Batı çıkar alanlarına uyum sağlayarak iktidara gelmek ve verilen tavizlerle iktidarlarını sürdürmek istemektedir. Zarf farklı olsa da mazruf aynıdır! Hatta CHP, cemaatle ilişkiler konusunda bir adım öne çıkmış, Batı’ya dolaylı yollarla, “Ben her göreve hazırım!” mesajı vermiştir.
Sonuç olarak, AKP ve CHP’nin bir koalisyon hükümeti kurmak için anlaşmaları doğal ve olağan karşılanmalıdır.
Değerlendirme:
Emperyalizmin öncelikli hedefi, Kuzey Irak’ta kurmayı planlandığı Kürdistan devletine koşut olarak, ülkemizin Güneydoğusunda ileri derecede özerkliğe haiz bir bölge tesis etmektir. Özerk yapılar bağımsızlığa giden süreçlerdeki önemli aşamalardan birisidir. Bu uğursuz siyaseti halka kabul ettirmenin yegâne yolu devleti kuran Parti’yi işin içine çekmektir.
Bu çerçevede, eğer bir AKP-CHP koalisyonu kurulursa, böyle bir hükümetin ilk icraatı Güneydoğu’da özerkliğin önünü ardına kadar açmak olacaktır. Ayrıca böyle bir hükümet, Türkiye’nin ulusal meselelerine Batı gözlüğü ile bakacaktır.
Türkiye’de bu tür girişimlere karşı verilecek en iyi cevap Vatan Partisi’ni güçlendirmektir. Çünkü Vatan Parti’si güçlendikçe, düzen partileri de, seçmen baskısı nedeniyle en azından ulusal meselelerde daha dikkatli davranmak zorunda kalacaktır.
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr