Son dönemde hayatımıza giren ve slogan gibi algıladığımız bir kavram var: Endüstri 4.0 ya da doğru tabiriyle dördüncü sanayi devrimi…
Yapay zekâ, robotik teknolojilerin gelişimi, sıfır hata, yüksek verimlilik çerçevesinde hedeflenen maliyetlerin düşürülmesi yarışı konuşuluyor.
Kimileri meseleye sadece ‘insanın yerine robot çalışacak’ seviyesinde yaklaşıyor, kimileri de ‘katma değer için bunu yapmamız şart’ noktasında tartışıyor. Oysa bununla beraber konuşulan bir kavram da toplum 5.0…
Hayata siyah beyaz bakanların gelişmeleri robotlar bakımından ya tam teslimiyet ya da bir savaş nedeni olarak gördüğünü biliyoruz. Oysa toplum 5.0 üzerinden konuyu detaylandırdığınızda, burada refah toplumunun hedeflendiğini görüyoruz. Bu amaca ulaşılır ya da ulaşılmaz başka bir başlık.
Fakat duygusal yaklaşımlarla bu gelişmenin karşısında durmak mümkün değil. Çağın yeni kulvarının ülkenizi ezip geçmesini istemiyorsanız da işe önce bakış açısını değiştirmekle başlamanız gerekiyor.
Yani buna ne okullara ‘adı var kendi yok’ tablet dağıtmakla ne de endüstri 4.0 sloganları atıp, sonra inşaat yapmaya çalışmakla dahil olamazsınız. Daha garibi yatıp kalkıp inşaatın konuşulduğu ülkemde, maliyetleri yok denecek noktaya kadar düşüreceği belirtilen 3D teknolojileri bile tartışılmıyor.
Burada geleceği şekillendirecek olan sizin donanımla değil, yazılımla ilgileniyor olmanız, yaşıyor değil düşünüyor olmanız, diploma değil analitik zekâ yaratma kaygısı taşıyor olmanızdır.
Global Robotics Raporu, dünyada robot nüfusunun 2019 sonunda 414 bin olacağını ortaya koyuyor. Elbette mutfak robotundan bahsetmiyoruz. İnsanın hayatına ve üretim faaliyetlerine bire bir dahil olan yapıdan söz ediyoruz. Daha ilginç olanı ise yıllık yüzde 15 civarında artan robot talebinin en yüksek olduğu ülke yüzde 30 ile Çin…
Neden garip diye baktığımızda, dünyanın emek yoğun üretim merkezi olarak sayılan Çin’in bu taleple üretim yapısını değiştiriyor olması, bazı ezberlerin de bozulduğu anlamına geliyor.
Öncelikle ölçek ekonomisi boyut değiştiriyor ve imalatta robotik sistemlerin ağırlığının artacağı gözleniyor. Bunun bozduğu en büyük ezber de nüfus ve üretim gücü arasındaki dengeler…
Artık daha çok nüfusunuz olması sizi ekonomik bir değer yapmaya yetmiyor. Kalabalık ile nüfus arasındaki farkı anlayamadığınız noktada ise elinizde kalabalık yığınlar kalıyor.
3-5 çocuk sohbetinin yapıldığı ülkemiz bu işin ne kadar farkında bilmiyorum ama, belki de gelecek 50 yılda nitelikli nüfus bugünkünden daha çok önem kazanacak, diğerleri yeni ekonomik sistem içerisinde tedavülden kalkacak.
Peki cebinizde tedavülden kalkmış 1 milyar dolarınız sizi zengin yapar mı? Elbette yapmaz. Bunun önlemini almak için de nüfusunuzu nitelikli hale dönüştürmeniz gerekiyor. Dönüşümün anahtarını ise eğitim oluşturuyor.
Yap boz tahtasına çevrilen ve hiçbir akılcı hedef ortaya koymayan eğitim sistemimizi acilen buna dönüştürmemiz gerekiyor. Konuyu ‘Ekonomik Kurtuluş Savaşı’ başlıklı 10 günlük yazı dizimde özetlemiştim. Tekrar paylaşmakta fayda var:
“Ekonomik Kurtuluş Savaşı’nı oluşturan Milli Eğitim ile Milli Teknoloji yaratma hedefindeyseniz, gelişen teknolojilerin beraberinde getirdiği yeni meslek dallarının eğitim sistemimize ilave edilmesi gerekiyor. Biotech, mekatronik, robot, laser, ışık/ışın, uzay/uydu, öte madde, enerji mühendislikleri, positron emisyonlu tomografi teknisyenliği gibi bölümler açılmalıdır.
Diyelim ki eğitim aşamasını tamamladık. Milli teknolojiyi nasıl yaratacağız, teknoloji bağımsızlığımızı nasıl kazanacağız? Teknoloji bağımsızlığı için;
Türkiye Teknoloji Merkezi’nin kurulması ve bünyesinde Bio teknoloji, ileri teknoloji (High-tech), nano teknoloji, uzay teknolojisi gibi alanlarda enstitülerin oluşturulması gerekecek. Bu enstitüler sonuç odaklı çalışmalar yapacak ve bu bölümlerden mezun olanlar da burada istihdam edilecek. Ardından Teknoloji (Buluş) Borsası kurulacak.
Bu borsaya gelen projeler, yatkın işletmelerle buluşturulacak ve finansmanı da Türkiye Teknoloji Bankası tarafından kredilendirme yoluyla sağlanacak.
Elbette bu gelişmeleri özendirici yapılanmalar da olmalı. Mesela teknoloji yarışmaları düzenlenmeli. Atatürk adına teknoloji ödülleri verilmeli. Tıpkı oscar gibi…”
Yani nüfus algısı ve eğitim ile ilgili ezberlerimizi tamamen değiştirmeli, yaratıcılığı destekleyecek sanatsal aktivitelere özel önem vermeliyiz.
Aksi takdirde 50 sene sonra robotların ürettiğini tüketmek için yine kapı kapı borç arayan bir devlet olmaktan kurtulamayız. Ortadaki risk ise bırakın ilk 10 ekonomi içinde olmayı, gelişmekte olan ülke kulvarından çıkıp, 3. dünya ülkesi liginde olmaktır.