Eğer bir ekonomi yüzdesel olarak baskın bir biçimde kayıt içindeyse, o ülkeye ilişkin açıklanan istatistikler ve rakamsal gerçekleşmeler size bir fikir verebilir.
Dünyada çok uzun dönemden beri istatistiklere olan inanç azalsa da, yine de gelişmiş ülkelerde bu veriler, iktisadi gerçekleri analiz etmek için yeterli sayılabilir.
Elbette çözüm odaklı politikaların da bunlardan yola çıkılarak ortaya konulması mümkündür. Fakat durum ülkemiz adına bu fotoğrafta değil. ‘Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar’ tartışması bir kenara dursun, yüksek ve ödenemez vergi oranları, piyasaların özsermaye yetersizlikleri, iş yapış gelenekleri gibi birçok nedenle Türkiye’de durum dünyadaki gelişmiş ekonomilerin hiçbirine benzemez.
Bu nedenle de ekonomiyi kâğıt üzerinde okuyup, kendince analiz yapıp, çözüm üretenler her seferinde büyük sapmalarla karşılaşırlar ve boşa düşerler. Ne yazık ki aynı tuzağa, esnafın arasında gelmeleriyle övünmelerine karşın, iktidarları döneminde Erdoğan ve devamındakiler de düştü.
Ardından kafalar iyice karıştı ve ortaya sıcak para (aslında borçlanma ve elde avuçtakini satma) ile finanse edilen, bunun için salt rakamların esas alındığı saçma sapan bir fotoğraf ortaya çıktı. Gelinen noktada ise işin içinden çıkamıyorlar.
Örneğin Erdoğan gerek Başbakanlığı, gerekse de sonraki dönemlerde zaman zaman devletin para basmak konusundaki kontrollü tavrıyla övünür hale geldi. Oysa daha önce de yazdığım gibi hayatın gerçekleşmelerine baktığınızda, bunun gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Elindeki çek karnesiyle veya kırtasiyeden alınan bir senetle, her gün binlerce esnaf, işadamı, bankada karşılığı olmadığı halde istedikleri rakamları yazma yetkisine sahipti. Halen de bu yolla Türkiye’nin günlük ne oranda para bastığı bilinmiyor.
Geldiğimiz noktada karşılıksız çekler ve protesto olan senetler üzerinden yine ayrı başarılı ekonomi palavrası sürdürülüyor. Her ne kadar resmi rakamlarda dahi dramatik artışlar olsa da, meseleyi sadece istatistiklerden ibaret sananlar, ortada yaşanan krizi algılayamıyor.
İddia ediyorum ki, bugün Türkiye ekonomisinin üzerindeki en büyük risk açık hesaplardır. Bunun boyutu kamunun alacaklarından da, bankaların açıkladığı sorunlu alacak oranlarından da kat be kat fazladır.
Gerek deftere yazılan, resmi kayıtlarda görünmeyen, gerekse de vadesi geldiğinde protesto ya da karşılıksızlık sıfatıyla buluşmadan yeni vadelerle değiştirilen evrakta çok büyük bir açmaz yaşanıyor. Bu nedenle piyasadan 5 TL alacağı olan işletmelerin, 1 TL’lik ödemesini yapamadığı için battığına şahit oluyoruz.
Türkiye’de ekonomi yönetiminin başarılı ekonomi palavrasını bir kenara bırakıp, bu noktaya odaklanması gerekiyor. Aksi takdirde ortada patlayacak ekonomi bombasının boyutunu kimsenin kestirmesi mümkün değil.
Çözüm olarak hayata geçirilen arabulucuk sistemi devreye sokulmalıdır. Bu sistemi bizdeki gibi sosyal olaylarda işleri karmakarışık etmek ve içtihatı ortadan kaldıracak uygulamalarda kullanmak yerine, batıdaki gibi ticari meselelerde gündeme almak gerekir.
Elbette bunu zorlamayla yaparsanız, işin içinden yine çıkamazsınız. Öncelikle bir kanuni düzenlemeyle bu alana konu olan alacak – vereceklerin, bir süreye mahsus olarak kayıt dışı olarak nitelendirilmeyeceğinin garantisi verilmelidir.
Ondan sonra borçlu ve alacaklıların gönüllü olarak yine avukatlardan oluşan, ama içine davayla ilgili sektörden bilirkişilerin de katılacağı bir komisyona başvurmaları sağlanmalıdır. Bu sayede uzlaşı sağlanarak, hem bir taraf borcundan kurtulurken, diğer tarafın da alacağını tahsil etmesi, piyasaların da rahatlaması temin edilebilir.
Aksi takdirde rakamlarınız ya da istatistikleriniz ne gösterirse göstersin, size anlattığı koca bir palavradır ve sonuç fiyaskodan öteye gidemez. Bunun bedelini de tüm Türkiye öder. Zaman, sırça köşkte inme ama iyi niyetli olma zamanıdır. Piyasalar açısından da, yönetenler açısından da... O kadar nazik bir iş ki, en ufak bir istismarda esnaf tekrar içine kapanır ve deprem öncesi gibi enerji biriktirir.
Tekrar ediyorum: Türkiye’de ekonominin en büyük riski, görünmeyen açık hesaplardır. Burada da vade ortalaması neredeyse 12 aydır. Uyanın ve gerçeklerle yüzleşin.
İstenen sonuç alındığında da, gerçekten ödenebilir, hakkaniyetli, adil bir vergi ve SGK prim sistemi yaratarak, işe yarayacak hakiki bir beyaz sayfa açın. Yoksa devlet de, bankalar da, SGK da, piyasa da dahil kimse alacağını tahsil edemeyecek. Tıpkı bugün olduğu gibi.
Çetin Ünsalan