Türkiye ekonomik anlamda onbirinci kez kalkınma planı yapıyor.
Planlı ekonomiye inanan biri olarak bunu da memnuniyetle karşılıyorum. Fakat bir çalışma yapmak, onu gerçekten plan yapmaz.
Öncelikle ülkenizin şartlarını, elindeki değeri ve bakış açınızı, hedeflerinizle bütünleştirmeli, buna yönelik eylem planları yapmalısınız. Yoksa bir takım popüler söylemler üzerinden, kâğıt üzerine bir şeyler yazmak ve sonuçlanmaları da analiz etmemek planlı ekonomi anlayışına sahipsiniz anlamına gelmez.
Yeni plan ile ilgili çalışmalar başlatıldı ve bununla ilgili sonuçların da 2018 yılının Haziran ayında ortaya çıkacağı belirtiliyor. Bu nedenle plan tanıtımında yapılan hamasi söylemleri bir kenara bırakarak, bunların netleşmesiyle birlikte daha sağlıklı bir analiz yapılabileceğini belirtmek isterim.
Fakat yine de iki noktanın üzerinde durmak gerekiyor. Bunlardan birincisi gerçekleşmeler… Onuncu planda hedeflenen noktanın çok uzağında olduğumuzu görmek için fazladan bir beyin gerekmiyor. Ama tekrar dönüp göz attığınızda, bazı hedeflere iyi ki tutmamış diyesiniz geliyor.
Çünkü sadece dış ticaret açığına bile baksanız, o süreçte ne kadar büyük bir rakam tutkunluğu içerisinde ve içerik tartışılmadan uygulamaların amaçlandığını görüyorsunuz.
Mesela bir önceki plana göre Türkiye’nin 2018 sonunda ulaşacağı ihracat miktarı 277 milyar dolar… Gerçekleşme 2017 sonunda 2013 hedefini yakaladık. İthalata baktığımızda 2018 sonunda hedef sıkı durum, 404 milyar dolar. Gerçekleşme 2017 sonunda, 234 milyar dolar.
Yani Türkiye ekonomisini yönetenler, 2018 sonunda 127 milyar dolar açık öngörmüşler. Gerçekleşme 2017 sonunda yaklaşık 77 milyar dolar. TL cinsinden maliyetini düşünmek bile istemiyorum. Enerji ve cari açık maliyetlerindeki sapma da ayrı bir dram.
Peki bu ne demek? Bu, planlama yapılırken Türkiye, ticari anlamda büyük zararı baştan kabullenmiş gözüküyor anlamına geliyor. Esasen hastalık da tam burada başlıyor. Gerek dış ticaretin, gerekse de cari açıktaki finansmanın ise yurtdışından gelen kaynakla yapılmasının hedeflendiği belirtiliyor.
Bundan da anlaşılıyor ki planın yapıldığı 2013 yılında ekonomi yönetimimiz halen ayakta uyuyormuş. Peki onbirincisinde durum farklı mı? İfade ettiğim gibi plan ortaya çıktığında bunu ayrıca değerlendiririz.
Lakin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın planı anlatırken ortaya koyduğu bir ifade, yine büyük bir yanılgıyla karşı karşıya olduğumuzu ve stratejiyi moda kavramlarla gölgelediğimizi anlatıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi şu: “Artık dünün tekstil ve tarıma dayalı sanayisinin kısır döngüsünden çıkıp teknoloji yoğun sanayiye geçiş yapıyoruz. Yüksek teknolojiye dayalı üretimin sanayideki payını artıracak bir atılıma ihtiyacımız var.” Bu ifade kendi fikri değilse, Cumhurbaşkanı’nın evlere şenlik bir danışman ordusu var demektir.
Elbette teknolojiye yatırım yapmalı, katma değerli işler yaratmalı, ithalat yerine üretimi destekleyecek modeller bulurken, dünyaya satılabilecek mamulleri ortaya çıkarmalıyız. Bunu kime söyleseniz zaten altına imza atar.
Yanılgı ‘dünün tekstil ve tarıma dayalı sanayi’ vurgusunda… Şu bir gerçek ki tarım ve tarıma entegre sanayiler geleceğin yıldız sektörleridir. Moda tabirleri seviyorlar ya; daha net bir anlatımla şöyle diyelim; ‘gıdayı yöneten, dünyayı yönetir.’
Ayrıca 21. yüzyılın en stratejik ve katma değerli sektörü olacağı da Anuga başta olmak üzere birçok buluşma ve konferansta, bundan 8 sene önce altı çizilen bir gerçek. Tüm dünya tarımına gözbebeği gibi bakarken, bizim konuyu ‘dünün tarımı’ diye sıfatlamamız, yine sınıfta kalacağımızı gösteriyor.
Keza tekstil de öyle… Bugünkü tekstil yapımızda sıkıntılar olabilir. Ama unutulmamalı ki istihdamdaki rolü kritiktir ve dış ticaret rakamları dikkate alındığında Türkiye’nin bir numaralı sektörü tekstil ve hazır giyimdir. Otomotiv ihracatçı gibi gözükse de, dış ticarette eksi yazıyor.
Peki bu haliyle mi kalmalı? Elbette değil. Dünyada bir çanta ya da kot bin dolara satılırken, o çantaları ya da kotları biz üretirken niye para kazanamadığızı sorgulayalım. Buna varım… Teknik tekstil yapalım; buna da varım. Dünya nanotekstili konuşurken, niye klasik yöntemlerle gidiyoruz bunları tartışalım.
Ama tarıma da, tekstil – hazır giyime de dünün sektörleri diyemeyiz. Hele ki ABD başta olmak üzere, teknolojiyle ilerleyenler, buradaki yatırımlarını hızlandırırken….
Velhasıl kelam sözün özü şu: Bakış açınızı kırmıyorsanız, dünyayı okumuyorsanız, anlamak yerine dinlemek bile değil, duymayı tercih ediyorsanız, yapacağınız tüm çalışmalar kâğıt israfıdır. Çok geç olmadan bir kez daha gözden geçirilmesini öneririm.