Küçücük bir yelkenli tekne son halatını fora ederek Fenerbahçe’den ağır ağır uzaklaşmaya başladı. Limanda bekleyenler karışık duygular içerisindeydi. Bir yandan tarihi bir olaya tanıklık etmenin haklı gururunu duyarken, diğer yandan içlerindeki endişeyi bastırmaya çalıyorlardı. Ata’sının izinden giden bir Türk kadını, genç bir Türk annesi tek başına denize açılıyordu. Tekne gözden kayboluncaya kadar kimse limanı terk etmek istemiyordu. Tekne küçüldü, küçüldü, küçüldü ve nihayet gözden kayboldu.
Marmara’nın mavi ve serin sularında özgürce yelken açan Anne, artık tek başınaydı. Üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen karaya hapsedilen Anadolu’nun isyanının öncüsü olmuştu. Hedefi büyüktü. Tek başına küçücük teknesi ile Atlas Okyanusu’nu aşacaktı. Bu maksatla denizler tanrısı Poseydon’a yakarmıyor, bütün gücünü akıl, bilim ve yüreğinden alıyordu. Bu eli öpülesi genç anne, Cumhuriyet’in en büyük gurur kaynaklarından birisiydi. Peçe ve çarşafa hapsedilen kadını özgürleştiren Cumhuriyet’in yüz akı, onurlu bir simgesiydi. Ata’mız sağ olsaydı, bu genç anne ile nasıl da gurur duyardı!
Akdeniz ve Atlas Okyanusu’nu küçücük bir tekne ile tek başına aşmak sanıldığından çok daha zordu. Hem büyük bir denizcilik birikimi hem de emsalsiz bir cesaret ve dayanıklılık gerektiriyordu. Rüzgârların dilinden anlamayı, azgın dalgaları uysallaştırmanın yol ve yöntemlerini bilmeyi zorunlu kılıyordu. Şimdi isterseniz, Kaptan’ın seyir defterinin kısa bir bölümüne hep birlikte göz atalım:
“Liman çıkışında dalgalar arasında Cebelitarık boğazında seyrediyordum. Boğaz çıkışına yaklaştığımda yedi kuvvetindeki Alboran fırtınası patladı! Derhal yelkenleri küçülterek motor seyrine geçtim. (Fırtınada rüzgâr şiddeti nedeniyle açık yelkenler denetlenemez ve tehlike yaratır. S.P.) Birdenbire oto pilotum yerinden fırladı! Dalgaları bordadan (yandan S.P.) alacak şekilde teknem kontrolsüz olarak döndü. (Kontrolsüz kalan tekne rüzgârı ve dalgaları yandan alır. Yan taraflarından gelen dalgalar gemiyi yalpaya düşürerek dengesini bozar. S.P.) O an cidden korktum. Yelkenli birkaç saniye içinde tehlikeli şekilde yatmaya başladı. Taifa adasının batı tarafına demir atmayı denedim ama rüzgâr çok artmıştı; vazgeçtim. Oto pilotun dümen ile bağlantısını sağlayan mekanizma kırılmıştı. Ani bir kararla açık denize doğru gitmeye karar verdim. Çünkü hem dalgaların arasındaki mesafenin açılacağını hem de dalgaların daha az kırılacağını hesaplıyordum. Açık denize doğru 60 deniz mili kadar (yaklaşık 110 km. S.P.) seyrettim. Tahmin ettiğim gibi oldu. Gerçi dalgaların tepeleri 6-7 metrede kırılıyordu ama dalgalar arasındaki mesafe teknenin rahat inmesi ve gelen dalgayı tekrar kıçtan karşılaması için yeterli zamanı sağlıyordu. Bu arada aşağı indim ve yedek oto pilotu devreye aldım. Ancak iki saat sonra bu sistemde de benzer bir sorunun ortaya çıkma ihtimali belirince, oto pilotu bırakarak dümene bizzat kendim geçtim. Tüm gece boyunca dümen tuttum. Gelen tehlikeli dalgalar beni uyanık tutuyordu. Sanki deniz bana mesaj yolluyordu: “Bana bak, uyuma sakın, hazırlıklı ol!”
Kaptan’ın seyir defteri bu şekilde uzayıp gidiyordu. Kaptanımızın internetten gönderdiği, filmlerde bile göremeyeceğimiz buheyecan dolu satırları okuyunca, bu yiğit annemize içten gelen derin bir saygı ve hayranlık duymaya başladım. Türk’ün yüksek ruh zenginliğine ve bedeni yeteneklerine tanık oldum ve mutluluktan havalara sıçradım.
Gururumuz olan bu asil Türk kadınının meydan okuduğu Okyanus sözcüğü, Helen mitolojisinde bir titan olan Okenaos’dan geliyordu. Ancak biz Balyoz mağdurları için başka bir anlam da ifade ediyordu. Bizleri karalamak içintezgâhladıkları ihanet iftiralarında, suç belgelerini (!) okyanusa attığımızı iddia etmişlerdi! Ancak bu okyanusun Karadeniz Okyanusu (!) mu, yoksa Akdeniz Okyanusu (!) mu olduğu konusuna bir açıklık getirmemişlerdi! Ayrıca radyo (radio sözcüğü İngilizcede telsiz anlamına gelir.) ile haberleştiğimizi öne sürmüşlerdi. Her nedense tertibin dış boyutunu gözler önüne seren bu acemice kurgular hiçbir kurumun dikkatini çekmemişti, hâlâ da çekmiyor!
Bu toprakların yarattığı bütün yüce değerleri üzerinde toplayan bu yiğit denizcimiz, dalgaların kraliçesi bu göz kamaştıran yıldızımız, evrensel bir nitelik arz eden denizciler dayanışması çerçevesinde, kendi ülkelerinde kahpece esir edilen 134 Türk denizcisini de unutmadı!
Ulusumuzun gözbebeği, Cumhuriyet’in gurur abidesi cesur yelkencimiz, şu anda Kanarya adalarının batısındaki Lanzarote adasına, “Bismillah Vira!” diyerek demir atmış durumda. Teknesinin yelkeni okyanuslara, yıldızlara, dalgalara, rüzgârlara “Bir İhanetin Öyküsünü” anlatıyor. Yelkeninin üzerinde, bendeniz de dâhil esir edilen 134 Türk denizcisinin tek tek isimleri yer alıyor. Bu Hanımefendi, kendi ülkelerinde sırtından bıçaklanarak yok edilendenizcileri mavi enginliklerde, okyanuslarda yaşatıyor. Onurlu Cumhuriyet kadınının ahde-vefa duygusunu sergiliyor; “merak etmeyin, bizler varız, Türk denizciliğini asla yere düşürmeyiz!” mesajını güçlü bir şekilde veriyor.
Bu genç annemiz Sayın Dilek Ergül. Cumhuriyetin kalesi olan İzmir’de yetişmiş. Denizden imbatla gelen özgürlük rüzgârları ile ciğerlerini, efelerden aldığı ilhamla yüreğini beslemiş. Rotasını Ata’sının çağdaş ve aydınlık yoluna çevirmiş.
Muhterem Dilek Ergül Hanımefendi;
Siz tüm kadınlarımız, hatta tüm Müslüman kadınlar için Kutup Yıldızı oldunuz! Yolunu, yönünü kaybedenler hep size bakacak! Atatürk’ün ışığı ve Cumhuriyet’in fazileti ile şişirdiğiniz yelkenleriniz mutlaka hedefini bulacak! Çıkmış olduğunuz bu kutsal yolculuğunuzda engin başarılar diliyoruz. Yalnız değilsiniz, bordanızda patlayan dalgaları biz de yüreğimizde hissediyoruz. Sizinle gurur duyuyoruz. İyi ki varsınız! Sizi Türklerin ilk kadın Amirali olarak görüyoruz.
Pruvanız nete, rüzgârlarınız insaflı, yolunuz ve bahtınız açık olsun…
Tanrı sizi korusun!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr