Dünyadaki her ciddi devlette dışişleri bakanları çok özel elemeden sonra seçilir. Çünkü devletin dış ilişkilerindeki en yüksek ve en yetkili makamdır. Dışişleri bakanları çok büyük ölçüde iç siyasetten uzak dururlar. Devlet deneyimi ve ağırlığı olan, kamuoyunda itibar gören kişiler arasından seçilir. Çünkü diplomasinin çok özel ve farklı bir dili vardır. Bu dilden bihaber olanlar, ikili ve çoklu ilişkilerde verilmek istenen mesajı tam olarak nakledemezler. Örneğin Almanya’nın önceki Dışişleri Bakanı Frank-WalterSteinmeier, Almanya’da Türkiye düşmanlığı körüklenirken, buna şiddetle karşı çıkmıştı. Bilindiği üzere Steinmeier kısa süre önce Almanya’da Cumhurbaşkanı seçildi.
PARTİ VE DEVLET İÇ İÇE GİRERSE
Bir dışişleri bakanının kendi ülkesi dışında iç siyasete dâhil olması hiç de alışılmış bir durum değildir. Çünkü dışişleri bakanlarının yabancı bir ülkeye girmesi özel protokole tabidir. Eğer böyle bir ihtiyaç ortaya çıkarsa, en azından başka bir bakan görevlendirilebilir. Ev sahibi devlet belirli bir maksatla size salon tahsis etmiyorsa, bir partinin özel siyasi gündemi nedeniyle büyükelçilik ya da konsolosluk mahallerini kullanmak ne kadar doğrudur? Türk devletinin toprağı sayılan bu alanların siyasetin dışında olması gerekmez mi? Devlet imkânları ile yurtdışına çıkıp, devletin arazisinde bir siyasi parti için seçim çalışması yapmak etik kuralları içine girer mi? Ayrıca mevcut yasalar buna izin verir mi?
Şimdi düşünelim: İngiltere’nin sempatik ve yaramaz Dışişleri Bakanı Boris Johnson Ankara’ya gelmiş olsun! İngiliz Büyükelçiliğinin bahçesinde mensup olduğu siyasi parti için seçim çalışması yapsın! Kamuoyu baskısı nedeniyle 10 içinde koltuğunu terk etmek zorunda kalır! Çünkü İngiliz devlet sisteminde taşlar yerli yerine oturmuştur.
BENDİMİ TAŞAR AŞARIM.
Bir bakanın ve özellikle dışişleri bakanının yurt dışına çıkması bir dizi koordinasyon gerektirir. Ciddi bir devletin bakanı “davet edilmedikçe” çok özel durumlar haricinde başka bir ülkeye gitmez! Çünkü işgal ettiği makam itibarıyla devlet aygıtında önemli bir yerdedir. O makama uygun bir protokolle karşılanmalıdır. Bir bakan sıradan bir insan gibi başka ülkeye girmez, girmemelidir! Üstelik ev sahibi devlet ziyarete sıcak bakmıyorsa, durum daha da ciddi bir mahiyet arz eder.
Ev sahibi ülkenin bu tutumu dostluğa, müttefikliğe ve diplomatik teamüllere uygun düşmese bile kapıya dayanmak bir çözüm olamaz! Çünkü böyle bir davranış, mevcut gerilimi ciddi bir devlet krizine dönüştürür. Ayrıca yüksek düzeydeki bir devlet görevlisine kötü muamele edilmesinin yolunu açar. Kırmızı pasaport kese kâğıdına döner. Bu ise ulusal gurur duygusunu zedeleyen bir durumdur. Böyle bir davranış ile kazanılacak hiçbir şey, gidilecek hiçbir liman yoktur. Aksine haklı olduğunuz bir konuda karşı tarafa istismar edebileceği alanlar açarsınız!
Her sorumlu devlet böyle bir durumla karşılaştığında soğukkanlılıkla bir karşı eylem planı hazırlar. Uluslararası ilişkilerde temel esas mütekabiliyettir. Önce karşı tarafa benzer bir uygulamanın yapılacağı fırsatlar kollanır. İnisiyatif sürekli elde tutulur. Kriz devlet aklıyla yönetilir. Belirlenen strateji çerçevesinde kriz tırmandırılır ya da düşürülür. Ama devlet, hiçbir hal ve koşulda saygınlığından ve onurundan taviz vermez!
SEN NE LALESİSİN?
Hollanda, malum laleleri ile ünlü! Gerçi tohumları Osmanlı’dan aldılar ama boynuz kulağı geçti! Bizimkilerin ara başlıktaki sözleriyle çözüm olsaydı, portakalı soyup afiyetle mideye indirirdik! Nazi mazide kaldı ama bugünlerde sınır kapılarında gazi oluyoruz…
AKP’nin Yüksek Stratejisi (!) milletvekili Hüseyin Kocabıyık tarafından canlı yayında açıklandı: “Adamlara hep kızmayalım! Azıcık bir teşekkür etmeliyiz. ‘Evet’ oylarına en az 2 puan katkı yaptılar…” Ulusal onur ve gurur duygusunun karşılığı 2 puan mı? Sayın vekilim, hiç zannetmiyorum. Bu millet el âlemin kapısında rehin alınanlara puan muan vermez!
Devlet ve diplomasiyi Erkan Yolaç’ın “evet-hayır” yarışmasına çevirirseniz, faturayı önünüze koyuverirler…
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr