Son yıllarda ekonomiyi yorumlayanlar arasında keskin fikir ayrılıklarına şahit oluyorsunuz. Elbette ekonomi bilimini veriler aşığında değerlendirmek, grafiklerin diline bakmak önemli. Fakat özellikle son 10 yıldır burada keskin bir ayrışma var.
Çünkü bir tarafta bilinçli bir şekilde bozulan veriler, diğer tarafta baz almanız gereken gerçekler değiştiğinden, büyük sapmaların yaşandığını görüyorsunuz. Ekonomi kanallarında şahit olmuşsunuzdur.
Bir grafiğin başına geçerek size ekonomiyi anlatırlar. Çoğu zaman da vatandaş bir şey anlamaz. Zaten anlaması da gerekmiyor; ama havalı duruyor. Sonra şahit oluruz ki, orta vadede söylenenler büyük sapmalarla yaşanır ve bu sefer yine grafiklere dönüp bir şey anlatmaya çalışanlar olur.
Oysa temelde değişen bir nokta var ve bu kaçırılıyor. Eldeki grafikler son 50-60 yıla ait veriler ışığında ekonomiyi yorumlamaya yarar. Lakin dünya şu anda hem siyaseten hem de ekonomik gerçekler açısından 100 sene öncesine dönmüştür.
Şayet 100 sene önce yaşananları doğru yorumlayamaz ve o gün yaşananları, bugünkü gelişmelerle birleştirerek analiz yapmazsanız, daimi bir yanılgı içerisinde olursunuz. Bu grafikler öyle ulaşılmaz değil. Parasıyla satın alınabilen ama tek başına bir anlam ifade etmeyen özellikte.
Çünkü tarih boyunca ekonomi, siyasetle eş değerli yorumlandığında anlamlı sonuçlar ortaya koyar. Bugünün dünyasında gerek ticaret savaşları, gerek paylaşım mücadelesi, gerekse de oynanan köşe kapmaca bir asır öncesinin izlerini taşıyor. Bunu 2. Dünya Savaşı sonrası ekonomi realiteleri üzerinden yorumlayamazsınız.
Bu nedenle sürekli grafik peşinde o ne olacak, bu ne düştü diye yorumlayanların, biraz çevrelerine ve tabloya bakması gerekiyor. Dünyadaki teknoloji savaşlarının, finansal harbin, söz sahibi olmak adına nüfuz alanını genişletme çabalarının 1. Dünya Savaşı öncesi koşullarına daha uygun bir tabloyu bizimle paylaştığı açık.
Bu dünyadaki durum. Yurtiçine baktığınızda ise tablo daha da büyük sıkıntılara işaret ediyor. Bakın size bir yurtiçi tablo paylaşayım. Hafta başında açıklanan ve kimsenin inanmadığı işsizlik rakamlarını ve alarm veren cari açıkla döviz ihtiyacını da bu çerçevede yorumun içine katabilirsiniz.
Fazla sevmesem de bir söz vardır. İstanbul’a kar yağmazsa, Türkiye’ye kış gelmez. Bunun bir bölgecilikten çok, ilin ekonomi ve nüfus ağırlığındaki yerinden kaynaklandığını bilmemiz gerekiyor.
Çünkü İstanbul yarattığı 5 birim değerin sadece 1’ini kendisine ayırabilen, 4’üyle de ülkeyi finanse eden, nüfusun da dörtte birinin yaşadığı çok önemli bir merkez. İşte bu merkezde İstanbul Barometresi’nin yaptığı bir araştırmanın sonuçları bize tabloyu net bir biçimde gösteriyor.
Yapılan araştırmaya göre kentte yaşayanların yüzde 56,5’i Aralık ayında geçinebileceği bir para kazanamadığını söylüyor. İstanbullu’nun yüzde 71’i bin TL, yüzde 85,3’ü de 5 bin TL’lik ani bir harcamayı kendi imkanlarıyla karşılayabilecek durumda değil.
Sadece yüzde 3,8’i birikim yapmayı başarabildi. Kartla yaşayabilen bu ilin insanlarının sadece yarıya yakını kredi kartının asgari tutarını ödeyebildi ve yüzde 27’si de işten çıkarılma korkusu yaşıyor.
Şimdi ekonominin can damarı bir kentte bu tabloyu okumadan ekonomiyi anlamaya çalışırsanız, sürekli yanılırsınız. Bitmedi; reel sektörün banka borçlarının verdiği tablo da iç açıcı değil.
Türkiye Bankalar Birliği’nin Eylül 2020 verileri baz alındığında, Dünya Gazetesi’ndeki habere göre bankacılıkta yapılandırılarak ötelenen borç miktarı 193,5 milyar TL. Buna sorunlu kredileri de eklerseniz durum vahimleşiyor ki onun da değeri 400 ile 500 milyar TL arasında değişiyor. Yani bankacılıktaki sorunlu kredi oranı 90 milyar dolar civarında bir rakama karşılık geliyor.
Zaten istihdamla ve alım gücüyle ilgili sorun yaşayan vatandaş bir de enflasyon, yani gerçek enflasyon sorunuyla uğraşıyor. Burada da fırsatçı aramaktan öteye gidemiyoruz. Ama gerçek ne? Yeniden değerleme oranının yüzde 9,1, enflasyon oranının yüzde 14,6 oranında açıklandığı ülkede yol ve köprülere yüzde 25 zam yapılıyor.
Diyeceksiniz ki bana ne? İşte onun yanıtını da Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu Başkanı Fevzi Apaydın veriyor. Diyor ki: “Bafra’dan kilosu 50 kuruşa kamyona yüklenen ürün, sadece yol ve köprülere yapılan ödemelerle İstanbul’a vardığında 2 TL. Aracı ve komisyon da ilave ettiğinde tüketicinin önüne 5 TL’ye geliyor.”
Şimdi bu tabloda bir fırsatçılık yok. Maliyetler var... Hatta Apaydın “Esnaf, yol ve köprüleri işletenlere çalışır hale geldi” diyerek de meseleyi özetliyor. Bu örnekleri o kadar çok arttırabiliriz ki...
Üstüne de ülke içindeki siyasi gerilimden, jeopolitik gelişmelere kadar riskleri koyduğunuzda, dolar ihtiyacınıza karşın tamtakır, hatta eksi bakiye kasa gerçeğine baktığınızda, dünyadaki rekabetin kızışacağını ve asıl pandemi sonrası ekonomik sıkıntıların baş göstereceğini düşündüğünüzde ortadaki tablo daha uyarıcı hale geliyor.
Tüm bunları görmeden de grafikten ekonomi okumaya kalkarsanız, ancak ekonomi magazini yaparsınız. Üzgünüm ama acı da olsa gerçek bu. İnsansız ekonomi okumayı bırakın. Yönetenleri de peşinizden sürükleyip, faturanın ağırlaşmasına neden oluyorsunuz.