Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, Türkiye’de sanayi üretimi ile ilgili bir çıkış yaptı. Bakan Özlü, ülkedeki sanayi kapasitesini ikiye katlayacaklarını söyledi. İlk bakışta son derece güzel bir yaklaşım gibi gözüküyor.
Üretim ekonomisine inanan benim bile ruhumu okşayacak cinsten bir açıklama… Ne var ki ekonomiyi duygularımıza göre değil, gerçeklere bakarak yorumlamamız gerekiyor. Ne yazık ki ekonomi yönetiminde bir yaklaşım sıkıntısı var.
Bunda yıllarca üretimi göz ardı etmenin kompleksi ya da seçim döneminde herkesin üreten Türkiye’den bahsederken gündem dışı kalmama kaygısı var mı bilemiyorum.Şüphesiz bir ülkenin üretimle büyümesi şart.
Fakat bundan da önemlisi ürettiğinizi satabilip, satamayacağınızdır. Bu koşullar altında Türkiye’nin üretim kapasitesini ikiye katlarsanız; sadece daha çok gizli iflas ve batan firma yaratırsınız.
Aslında Bakan Özlü’nün yaklaşımından yola çıkarak, bunu bugün seçim meydanlarında ‘üretim’ sloganı atan tüm siyasiler için söylemek mümkün. Oysa Türkiye’nin şu anda üretim kadar konuşması gereken başka noktalar var.
Her zaman iddia etmişimdir, gerekli koşulları sağladığınızda bu ülkede üretilemeyecek hiçbir şey yoktur. Fakat üretimin sürdürülebilmesi, üretmekten daha önemli bir başlıktır.
Bunun da ancak doğru yatırımlar, planlı ekonomi yaklaşımı ve pazar koşullarını iyi okumakla mümkün olacağını düşünüyorum. Türk reel sektörünün sanayi kanadında bugün asıl sorun imal etmekle ilgili değil. Belki edebilmekle ilgili dersek daha anlamlı olur. Burada girdi maliyetleriyle ilgili düzenlemeler yapıp, doğru politikaları uygularsanız sorunu aşarsınız.
Fakat bundan daha önemlisi aşırı kapasitenin getirdiği yorgunluk, marka değerine ve teknolojik alanın dışında kalmaya bağlı katma değer problemi ve satış sıkıntısı yer almaktadır.
Dünyanın en mükemmel sanayi kuruluşuna ve üstün bir kapasiteye sahip olabilirsiniz. Fakat günün sonunda o fabrikada üretilenler satılamıyorsa ya da satış hacmi firmanın gelişmesine izin vermiyorsa, sadece dünyanın en güzel fabrikasına sahip olursunuz.
Yani tıpkı adalet saraylarının yapılıp, adaletin mumla arandığı Türkiye fotoğrafı gibi. Binalar değildir firmaları ayakta tutan; orada gerçekleşen operasyonun sonuçlarıdır. Bu nedenle Türkiye’nin zaten dolduramadığı kapasitelerinin üzerine yeni kapasiteler koymanın da, bunu politika olarak anlatmanın da yanlış olduğunu düşünüyorum.
Son açıklanan sanayi verisine bakın. Sanayi üretiminde nisan ayı itibariyle yüzde 6,2 artış konuşuluyor. Gerçi mevsim etkisinden arındırıldığında tehlike sinyali ortaya çıkıyor ama bunu göz ardı bile etseniz, üzerine cironun aynı dönemde yüzde 25 yükseldiğini bile ilave etseniz işin içinden çıkamıyorsunuz.
Çünkü sadece dolar bazında bile erime olduğunu görüyorsunuz. Geçen yıl dolar / TL kuru 3,55, bugün 4,65’in üzerinde seyrediyor. Girdi maliyetlerini, enflasyonda üretici fiyatlarıyla tüketici fiyatları arasında sermaye erimesine neden olan makas açılımını da saymıyorum bile…
Türkiye neyi, ne kadar ve nasıl şartlar altında üreteceğini belirledikten sonra, mutlaka ekonomi politikalarını sonuç odaklı ve satışa yönelik kurgulamalıdır. Hele ki bugün dünyadaki arz fazlasını dikkate alırsanız, önümüzdeki süreç satışta problemlerin şiddetini arttıracağını da görmeniz zor olmaz.
Nitekim dünyada kapanan ya da evlenen firmalar gerçeğinin temelinde tam da bu yatmaktadır. Öyleyse hamaseti ve sloganvari sözleri bir kenara bırakarak Türkiye’nin en kısa sürede envanter çalışmasına yönelmesi, buna göre kapasiteleri belirlemesi ve ardından da önce pazarlama faaliyetleriyle marka değerini yükselmeniz, sonra da Güney Kore ve Çinliler’in yaptığı gibi satış odaklı yaklaşımlar sergilemeniz gerekir.
Bu açıdan Türk Ticaret Merkezleri’ni atılmış doğru ama eksik bir adım olarak nitelendiriyorum. Üzerinde biraz daha iyi çalışır ve gerekli destek verilirse, önemli bir sonuç alınabilir. Öte yandan Bakan Özlü’nün konuşmasındaki tek doğru şey teknoloji üreten Türkiye’nin sıçrama yapabileceği gerçeğidir.
Lakin burada da hazır giyim gibi sektörleri de göz ardı etmemek lazım. Türkiye’de ihracatın ortalama kilo başı değeri 1,5 dolarda gezerken, 17 dolar ortalamayla faaliyet gösteren, istihdama direkt katkısı olan bu tip sektörleri teknoloji uğruna harcarsanız, kaş yapayım derken göz çıkarmış olursunuz.
Neticede filmin sonu aynı yere geliyor. Planlı ekonomi, planlı ekonomi, planlı ekonomi…
Çetin Ünsalan
ulusal.com.tr