Ekonomi basınınındaki meslektaşlarım esnaf meselesi konusundaki hassasiyetimi bilir.
Bunda belki subjektif anlamda zamanında esnaf çocuğu olmamın etkisi vardır. Ama objektif bakımdan 25 yıllık meslek hayatımdaki şu tespitin ağırlığı daha fazla:
Ben esnaf kesimin bu ülkenin taşıyıcı kolonu olduğunu düşünüyorum. Bir tarafıyla baktığınızda yanında birilerini çalıştırdığı için işveren, diğer tarafıyla hizmet verdiği kesimler ve atölyeler açısından işçi özelliğine sahip.
Çocuğunu okutan, kimi zaman yurtdışına gönderen, çoğu zamanında işini ikinci kuşağa devretmek isteyen bir yapı. Bugün dev holdinglerin bile esnaflıktan yola başlayarak bu noktaya geldiğini unutmamak gerekir.
Nitekim Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün talimatıyla hayata geçirilen Halk Bankası’nın kuruluş gerekçesine baktığımızda da bunu görürüz.
“Kalıcı bir ekonomik kalkınma, sosyal denge ve toplumsal barışın korunması için uygun koşullarla esnaf-sanatkar ve küçük meslek sahibine kredi verme amacıyla, Türkiye Halk Bankası'nın kurulmasına karar verilmiştir. 1933 yılında çıkartılan 2284 sayılı Halk Bankası ve Halk Sandıkları Kanunu ile Türkiye Halk Bankası'nın kuruluş süreci resmiyet kazanmıştır.”
Süreç içerisinde esnafın kendisini ne kadar geliştirdiği tartışılır. Hatta Alman grosmarket ülkeye girerken, Adnan Kahveci ve ekibinin kendilerini çağırarak, birleşik yapılar kurmalarını ve bu teşviklerin kendilerine yönlendirilmesini istediklerini biliyoruz. O dönemki yöneticilerin ‘bize bir şey olmaz’ tavrının bu kesimi getirdiği nokta ve yabancılaşan perakende pazarı gerçeği ortadadır.
Fakat her şey bir yana kusurlarıyla, maruz kaldıklarını mukayese edersek, bankacılıktan büyük dağıtım zincirlerine, rekabetin ihlalinde göz ardı edilen haklarından hükümetlerin yaklaşımlarına kadar ağırlık esnaftan yana çıkar. Yani ortada ülkenin taşıyıcı kolonlarını kesen bir zihniyetin eseri vardır.
Bugüne gelirsek, beni rahatsız eden ve bu yazıyı yazmama neden olan konu ne? Aslında çok uzun zamandır gözlemlerim neticesinde bir birikimin yansıması belki de… Çok ağır koşullar altında faaliyet gösteren esnaf kesimi temsil edenlerin, son yıllarda proje ortaya koymadan ya ağlayan ya alkışlayan tavrı beni rahatsız ediyor.
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfedarasyonu’nun yaklaşımını masaya yatırması gerektiğini düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın, mevcut Başkan Bendevi Palandöken’i kişi olarak çok severim ve samimiyetinden de şüphem yok.
Özellikle 2 binli yılların başında Bakkallar Odası’nın başında iken başlayan uluslararası zincirlere karşı mücadelesini unutmuş değilim. Tarımdan perakende sektörüne her branşı yakından ilgilendiren kuralsızlık üzerine kurulu bu ekonomi katliamına karşı en çok direnen isimlerden biriydi.
Son yıllardaki performansının bu doğruyu söyleyen, mücadeleci tavrından oldukça uzaklaştığına üzülerek şahit oluyorum. Nitekim benim ne gördüğümün de çok önemi yok. Son 10 – 12 yılda esnaf sayısı 3 milyon 200 bin’den 1 milyon 600 bine düşmüşse, şapkayı önüne koyup düşünmek gerekiyor.
Bu yazıyı salt bir eleştiri amacıyla yazmıyorum. Fakat ülkede bir iktisadi kıpırdanma olacaksa, esnaf harekete geçmeden bunun başarılması mümkün değil. Bu nedenle TESK’in de ya alkışlayan ya ağlayan ama hiçbir şey yapmayan ya da yaptıkları etkili olmayan görünümünden kurtulması gerekiyor.
Üzgünüm ama dost acı söyler ve kabul etseniz de etmeseniz de görünen fotoğraf bu. Esnaf bir ülkenin ekonomisinin sağ duyusudur; taşıyıcı kolonudur. Esnafın aktif olmadığı yerde hem değerleriniz hem tedarikçi sektörleriniz aşınır ve hızla yabancılaşır.
Ülkeyi taşıyan kolonların yarısını kaybettik. Bu kafayla giderse diğer yarısı da patır patır yok olacak. Çok geç olmadan silkelenin ve ilmi, akli ve sağlıklı bir çözüm modeliyle ortaya çıkın.
Çözümü ekonomi yönetiminden bekliyorsanız, daha çok beklersiniz. Onların derdi size kart satıp, bankalara biraz daha müşteri yapmak. Yetmedi mi ticari kredi alamadığınız için, kredi kartı borçluğu ve batağı hale döndüğünüz?