Yıldızlar da kayar!

Soner Polat Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Gökyüzündeki yıldızlar, denizcilerin en yakın dostlarıdır. Onlar sadece çizilecek rotaları belirlemede yardımcı olmaz, sonsuz enginliklerde en sıcak dostluklarını da sunarlar. Dalgaların hışırtısı altında denizcilerle arkadaşlık ederek gecelerini renklendirirler. Güneş gözlerimizi, yıldızlar ise ruhumuzu aydınlatır.

Büyük sermaye de bir ülkenin semalarında yükselen yıldızlara benzer. Milli demokratik devrimlerle kurulan ulus devletlerin yaratılma sürecinin gizli mimarlarıdır onlar. Millet bahçesini, milli edebiyat, milli folklor, kısaca milli kültür ile tohumlayarak sulamış, vatan toprağını çapalayarak ulus devletin yeşerip gelişeceği uygun koşulları oluşturmuşlardır.

Şüphesiz, böylesine güzel kokançiçekli bir gül bahçesinin ortaya çıkmasının, kendilerine de yeni ufuklar açacağını biliyorlardı. Çünkü nasıl tanımlanırsa tanımlansın, devlet, gerçekte ulusal sınırlar içinde oluşan milli pazarı düzenleyen, denetleyen ve yabancılardan koruyan bir siyasi teşkilatlanmadır.

Bu nedenle, ona en önce sahip çıkması gerekenler, onun doğuşuna en büyük katkıyı sağlayan ve ondan en fazla istifade eden sermaye temsilcileri olmalıdır. Eğer devlet gemisi rotasından sapmışsa, onlar gökteki yıldızlar gibi, yön vermek için herkesten önce ileri fırlamalıdır.

Son on beş yılda yaşadığımız hazin olaylar kafamızı öylesine karıştırdı ki gökyüzü tamamıyla bulutlarla kaplanmış gibi. Yurtsever aydınlar ve subaylar devlet gemisini yüzdürmek için kendi ülkelerinde esir alındığında, ilk önce yanlarında büyük sermaye temsilcilerini görmek isterdi.Anlı şanlı iş adamlarımız bulutların arkasına geri çekilseydi, ona bile razı olunabilirdi. Ama üzülerek söylemeliyim ki gazetelerive televizyonları ile zalimin yanında saf tuttular. Sırtımıza saplanan ok hâlâ canımızı yakıyor…

Hadi, diyelim ilk anda olaylar kavranamadı. Ama sonra tüm sahtekârlıklar ortalığa saçıldı. Ya sustular ya da askeri vesayet, demokrasi gibi soyut belirsiz laflar sarf ettiler!Adaletsiz ve hukuksuz bir demokrasiyi, ileri demokrasiyi (!) savundular! Bugün bu işi tezgâhlayanlar bile çeşitli mazeretler uydururken, onlar kararlı ve ısrarlı bir şekilde bir şekilde susuyorlar.

Türk ismini ve Türk milletini hedef alan ve kamuoyunda bölünme anayasası olarak bilinen girişime en büyük desteği onlar verdiler. Açılım süreci adı verilen ve bölünme temaları içeren politikalara, içerdeki ve dışarıdaki orijinatörlerinden bile daha fazla sahip çıktılar.

Annan Plânı’nı, Irak ve Suriye’ye yapılan müdahaleleri- uzatmayayım, çünkü liste alıp başını gider- cansiperane savundular. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti, nazlı bir bebek gibi onları sımsıkı sarıp sarmalamış, koruyup kollamıştı. Hawai’de bir zamanlar toprak sahibi olanların şimdi maraba, otel sahiplerinin komi, atölye sahiplerinin vasıfsız işçi oldukları unutuldu mu?

Belki ticari olarak iç ve dış muktedirlerle birlikte yürümenin kendilerine fayda sağlayacağını düşündüler. Tatlı ve kolay kârlarını riske etmek istemediler. Tarihin terazisinin kantarına gururla çıkmaktan kaçındılar. Aydınlara ve subaylara yapılan zulme gözlerini kapadılar. Gazete ve televizyonlarını tertipçilerin kirli oyunlarında birer dekor yaptılar.

Gogol’un ünlü romanı “Ölü Canlar”da sıra dışı yollarla zengin olmaya çalışan ve hayatın sadece maddi yönünü yaşayan roman kahramanı Çiçikov, elindekileri kaybetme riski ile karşı karşıya kalır. Dehşet içinde büyük bir bunalıma girer. Kendini köşeye sıkışmış hissederken, bir dostunun ona söyledikleri bir ibret vesikasıdır: “İçten söylüyorum, ben servetimi yitirseydim-bu servetin sizinkinden çok olduğunu biliyorum- bir damla gözyaşı dökmezdim. Başkalarının ele geçireceği serveti değil, hiç kimsenin bizden alamayacağı serveti ziyan ettiğim zaman üzülürüm ben!”

İstatistiklere göre halk giderek fakirleşiyor. Verginin de, neredeyse tamamı, özellikle dolaylı vergilerle halkın sırtına yüklenmiş. Gözümüz aydın! Dünyanın en büyük işsiz ordularından birisini kurduk! İş yerlerinin önünde, karın tokluğuna çalışmak için bekleyen çaresiz insanlarımız uzun kuyruklar oluşturmuş durumda.

Ama ağlayarak, sızlanarak sorunlarımıza çözüm bulamayız. Geçmişte ne olduysa oldu. Hepsi geride kaldı. Siz belki de “züğürt tesellisi” olarak göreceksiniz ama vatan için zindanlarda geçen günlerimiz hayatımızın onur sayfaları oldu. Bizler bu günleri kayıp olarak değil, kazanç olarak görüyoruz. Duvarlar bizi olgunlaştırdı; bilinçlerimize bilinç kattı; daha duyarlı ve dayanıklı olduk.

Gerçek gücün, bilekte veya cüzdanda değil, yürekte olduğunu kavradık. Ülkemizin her karış toprağında evine ekmek götüremeyen babalarla birlikte ağlıyoruz. Süt içemeyen çocuklar yüreğimizi parçalıyor. İtilen, kakılan, dövülen, bıçaklanan, çaresiz bırakılan kadınlarımızın çığlıkları kulaklarımızda çınlıyor!

Biz size hakkımızı helal ediyoruz! Her şeyi unuttuk. İyi ya da kötü kaderimizi bu topraklar belirlesin! Bu karanlık günlerde karaya oturan devlet gemisini onarıp yeniden yüzdürelim.

Yeniden göklere yükselin! Ülkeye umut ışıkları saçın! Bu ülkenin sermayesi olun! Küresel dalavereciler aklınızı karıştırmasın! Merak etmeyin sizi daima el üstünde tutar, elin yabancısına yedirmeyiz!

Daha adil, daha paylaşımcı, daha varlıklı, daha güçlü ve daha mutlu Türkiye’nin özgür havasını hep birlikte solumak için Türk sermayesi ve Türk milleti el ele, kol kola, omuz omuza Türkiye için kenetlenmelidir. O zaman Türkiye, büyük kurtarıcımız Atatürk’ün dediği gibi, daha müsterih ve emin olacaktır.

Amiral Soner POLAT

Tüm yazılarını göster