Konuyu ilk kez, 22 Ağustos 2014 günü Ulusal Kanal internet sitesinin yayımladığı bir haberle öğrendim. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, özel bir ekip kurarak “Savunma Reformu Raporu” hazırlatmış! Hiç vakit kaybetmeden Cumhurbaşkanlığı sitesine girerek 220 sayfalık raporu bir solukta okudum. Okumam çok kısa sürdü, çünkü raporda ciddi bir incelemeyi hak eden hiçbir hususa rastlayamadım. NATO, AB ve küresel hâkim uluslararası ortamın ruhuna uygun bir jargonla yazılmış. Başka bir dünyanın özlemlerini yansıtıyor. Buram buram NATO kokuyor. Herhangi bir Batı ülkesi için de geçerli olabilecek bir rapor. Millilik ve özgünlük yok! Raporun neredeyse yüzde sekseni, zaten TSK’nın uyguladığı bilinen hususlar…
Raporda dikkatimi çeken konuları, sizleri fazla sıkmadan nakletmeye çalışacağım. Öncelikle, raporun bağlayıcı bir yönünün olmadığını, siyasi otoriteye tavsiye niteliğine olduğunu vurgulayalım. Raporun dümeninde Profesör Doktor ünvanlı bir akademisyen var. O’nun arkasından eski sivil (!) MGK Genel Sekreteri ve Savunma Sanayi Müsteşar Yardımcısı geliyor. Askerlerin ismi en sonda zikrediliyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın önerdiği özellikle vurgulanan Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri mensubu birer general var. Deniz Kuvvetlerinden ise ne hikmetse muvazzaf bir amiral bulunamamış. Niye acaba? Emekli bir tuğamiral görevlendirilmiş!
Bu tür incelemeler, doğası itibarıyla ülkeye yönelik risk ve tehditlerin doğru ya da doğruya yakın olarak tespit edilmesi ile başlar. Çünkü bütün yapı bunun üzerine kurulur. Aksi halde, temeli kazılmayan bina gibi, hafif bile olsa ilk sallantıda yapı çöker. Bu yönde standart laf kalabalıkları var. “Kıbrıs’ta, Doğu Akdeniz’de, Ege’de, Kuzey Irak’ta, Güneydoğu’da, Suriye’de ve birçok alanda risk ve tehditlerin, sözde değil, özde kaynağı nedir?” gibi can alıcı sorular bütünüyle kapsama alanı dışında kalıyor. Sınırlarımızın çok ötesindeki sözde tehditler gündeme getirilerek, NATO’da olduğu gibi “Acil Müdahale Gücü” talep ediliyor. Koalisyon Harekâtına (İlk Körfez Harekâtı, Afganistan vs. gibi) yapılacak katkılar gündeme getiriliyor.
O zaman ben de şu soruyu ortaya atıyorum: “Türkiye’nin, ulusal çıkarlarını savunmak için kara sınırlarının 50-100 kilometre dışında, deniz sahası olarak ise Kıbrıs ve Ege’nin ötesindeki hangi alanlarda sıcak bir çatışmaya girme ihtiyacı olabilir? “Savunma Reformu” gibi süslü başlıklarla siz kimi savunmayı aklınızdan geçiriyorsunuz? Eğer, okuyucuların ilgisini çekerse bu konuyu fırsat çıktığında yeniden, başka boyutlarıyla ele alırız.
Raporda; MGK’nın sivilleştirilmesi, bu kurumdaki asker sayısının azaltılması, askeri yargı alanının daraltılması, YAŞ’ın ilişik kesme kararlarında yargı yolunun açılması, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde (MGSB) siyasi otoritenin belirleyici olması, TSK’nın iç güvenlikte kullanılmasına dair yeni düzenlemeler, sivil-asker işbirliğine önemli katkılar olarak sunulmuş! Yani Vali’nin iç güvenlik harekâtını sevk ve idare etmesi (!), sivil-asker işbirliğinin gelişmesi olarak değerlendiriliyor! Sanıyorum, demokrasi, hukuk söylemlerini kulağımıza fısıldayan büyük büyük ülkeler arkamızdan kıs kıs gülüyorlardır. Eğer TSK, yukarıdaki konuları aynı kapsamda değerlendiriyorsa, bize söz düşmez. Hayırlı ve uğurlu olsun.
Sırası gelmişken, atlamadan şunu da belirteyim: “Kara sınır güvenliğinin İçişleri Bakanlığına devredilmesi öngörülüyor!” Sınırlarımızın kevgire döndüğü bu ortamda, herhalde bu konunun fazla bir önemi kalmıyor!
Profesyonel orduya geçişin hızlandırılması teşvik ediliyor. Ülkenin uzun yıllar içinde yarattığı değerlerin bedelli askerlik ile paraya tahvil edildiği bir dönemde gündeme getirilen bu öneri konjonktür ile uyuşuyor. Aynı zamanda bedelli askerliğe karşı çıkılması ise kendi içinde bir çelişki oluşturuyor.
Bu konuyu yaşamsal önemde bulduğum için her fırsatta gündeme getirdiğim düşüncelerimi bu vesile ile tekrarlamak istiyorum. Mehmetçik sadece, savaşta göğsünü siper eden asker değil, Anadolu’nun savaşma azim ve iradesini temsil eden ilahi bir ruhtur. O ruh gitti mi ortada hiçbir şey kalmaz! Profesyonel ordu, Türkiye’ye karşı kurulan en büyük tuzaktır. Bu topraklarda NATO giysisi eğreti durur. Mehmetçiği kaybedersek, yok oluruz.
Raporda uzlaşma sağlanamayan çok önemli bir konu var. Genelkurmay Başkanlığının MSB’ye bağlanma meselesi. Muhtemelen tartışma nedeniyle, iki farklı görüş art arda gündeme getirilmiş. Bağlanma ve bağlanmama durumunda ortaya çıkan fayda ve mahsurlar sıralanmaya çalışılmış! Belli ki Genelkurmay bu konuda, diğer alanlarda olduğu gibi yeşil ışık yakmıyor.
Batı ülkeleri örnek gösterilerek, “bu alanda bir oldubitti hedeflendiği” izlenimi edindim. MGK’nın istişari bir organ olarak, üye sayısı azaltılarak işlevini sürdürmesi öneriliyor. Her ülke kendi tarihi gelişim süreçlerinin içinde kurumlarını oluşturur. Fırsat çıkarsa bu iki konuyu da ayrı olarak ele alırız.
Bu belgenin, Türkiye’nin bir zamanlar kale gibi sağlam olan, herkesin gıpta ettiği güvenlik mimarisinin çöküşünün kâğıda geçirilmesinden başka bir şey olmadığını değerlendiriyorum. Siyasetteki yozlaşma güvenlik sahasına da sıçrarsa yanarız!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr