31 Mart Vak’ası, 13 Nisan 1909, İstanbul’da gerici isyan çıktı. Harekât Ordusu 15 Nisan 1909’da, İstanbul’daki bu isyanı bastırmak için Selanik’ten yola çıktı.
Bu söylem genel olarak KarlMarx’a atfedilmekle birlikte, ilk gündeme getiren Fransa’da 1848 devriminde kısa süre bakanlık da yapan Louis Blanquie (1805-1881)’tır.
ile başlayan olaylar sadece Türkiye’de değil, dünyanın hemen her köşesinde büyük bir yankı uyandırmıştı. İnsanlığın vicdanı, Gezi’de ayağa kalkmış ve asırlar boyunca süren çileli ve onurlu bir mücadelenin özetini, cesur kadının kırmızı elbisesinde, Çarşı’nın coşku dolu sloganlarında görmüştü. Gezi ile gezegen, adeta kendisini yeniden keşfediyordu.
Tarihimizde 31 Mart Vak’ası [1] olarak bilinen gerici ayaklanma, Taksim’deki topçu kışlasından ateşlenmişti. Günümüzde bu kışlanın yerinde ünlü “Gezi Parkı” bulunuyor. Bu parktaki yüz yıllık ağaçlar, gölgeleri ile bu vahşet dolu olayın utancını örtüyorlar. Bu nedenle geçmişe özlem duyanlar, bu ağaçlara düşmanlık besliyorlar. Sıcak yaz günlerinde bize soluk aldıran bu ağaçlar, aynı zamanda her türlü kötülüğe karşı koyma bilincini de canlı tutuyorlar. Yüzyıllık büyük değişim ve dönüşümlere tanıklık ettiklerinden, fotosentez sonucunda boşluğa yaydıkları oksijenin yanına “direniş ruhu”nu da ekliyorlar. Parka yönelik yıkıcı girişim işte bu ruh ile karşılaştı.
Gezi insanları çevreye karanfiller saçıyorlardı. Saygı, vefa ve dayanışma duyguları ile kalplerimizi teslim almışlardı. Bütün dünyanın hayranlık ve gıpta ile izlediği bu sevgi ordusu, belki Ulubatlı Hasan gibi İstanbul’un surlarına Türk bayrağı dikmemişti ama yeryüzündeki her renk ve ırktan insanın gönlünü fethetmişti.
Küreselleşmenin gezegen üzerinde boğduğu tüm kitleler, bu şanlı direnişe selam durmuştu. Gezi insanları, Sinderalla’yı masal dünyasından indirip hayatın içine sokmuşlardı. Uyuyan dünya uyanmıştı. Yüreği insanlık sevgisi ile dolu olan her kesimden yurtsever halkımız, Gezi Parkı’nı bir onur, erdem ve hoşgörü gölüne dönüştürmüştü.
Gezi Parkı’ndaki her nitelikteki insan arasındaki karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışma duygusu, dünya üzerinde insanlığın ulaştığı en üst noktaydı. Gezi insanlık için bir zirve olmuştu. Gezi Parkı’ndaki bir slogan her şeyi anlatıyordu: “Burada para geçmez!”
Her kesimden insan, ekonomik gücü oranında bu parktaki yiyecek, içecek, ilaç ve diğer ihtiyaç stantlarına katkıda bulunmuş, dileyen her kişi dilediği kadar ücretsiz olarak tüketmişti. İnsanlığın son aşaması olarak nitelenen sınıfsız toplumdaki, “yeteneğe göre üretim, ihtiyaca göre tüketim” [2] felsefesi, Gezi Parkı’nda mikro ölçekte yüzde yüz oranında hayata geçirilmişti. Gezi sevdalıları, sadece İstanbul ve Türkiye için değil, bütün insanlık ve dünyadaki tüm ülkelere hedef göstermişlerdir: “Sevgi, saygı, dayanışma, gönül birliği ve de en önemlisi hakça paylaşarak, devrimci jargonla ‘yârin yanağından gayrı her şeyi paylaşarak’, cenneti bu dünyada yaşamak!” Gezicilere haksızlık etmeyelim; dünyaya ve insanlığa verdikleri bir başka önemli mesaj daha vardı: “Çevreye, dolayısıyla gezegene saygı!” Çünkü bizi ve gelecek nesilleri bu gezegen taşıyarak, hayat kaynağımız olan güneşin çevresinde döndürecekti!
İşte bu büyük eserin yaratıcılarında birisi de Beşiktaş’ın sevilen Çarşı grubuydu. Bu grup, hayatın futbol topundan ibaret olmadığını çok önceden görmüştü. Çeşitli sorunlara yönelik bilgece yaklaşımları toplumun vicdanında derin izler bırakıyordu. Mahallenin delikanlısıydı. Mazlumun yanında yer alıyor, haksız ve mağrurun karşısına korkusuzca dikiliyordu. Sadece laf üretmiyor, taşın altına elini sokuyordu.
Çarşı bu toprakların yarattığı göz kamaştıran değerlerden birisidir. Hayatımızın tadı, tuzu, lezzetidir. Keyifli bir akşam yemeği sonrası içtiğimiz okkalı Türk kahvesidir. Polemik konusu olan her olayda, çoğumuz, “acaba Çarşı ne düşünüyor!” diye içinden geçirmiştir. Basın bildirileri felsefe derslerine konu olabilecek kadar derin, anlamlı ve düşündürücüdür. Bu kadar duyarsız bir toplumda, Çarşı gibi duyarlı bir sosyal grubun yaşaması, en büyük zenginliklerimizden birisidir. İnanın, Çarşı olmasaydı, bir şeyimiz eksik olurdu!
Çarşı aynı zamanda, futbolu çok seven milyonlarca gencimizin ufkunu açan, onları tribünlerin dışına çıkararak hayatın içine sokan bir gerçekliktir. Çarşı, kültürsüzlüğe mahkûm edilmeye çalışılan gençlerimizin isyanı, haykırışıdır. Çarşı, dünyayı tuttuğu takımın renkleri ile gören insanlara seçenekler sunan bir düşünce ve fikir kulübüdür. Çarşı kızgın çöllerde serinlik veren bir vahadır. Çarşı, insanlığın bütün ilerici değerlerini temsil eden hümanist bir gençlik örgütüdür.
Gelin, Yasama, Yürütme ve Yargı organları olarak bu çocuklarımızı anlamaya çalışalım; onlara sıcak, sevecen ve hoşgörülü davranalım; onları toplumumuzun bir zenginliği olarak görelim; bizleri kıyasıya ve acımazsızca eleştirseler, sloganlarla protesto etseler bile onları gönülden kucaklayalım. Onlar bizim öz evlatlarımız, bugünümüz, yarınımız, geleceğimiz! Onlar bizim sesimiz, gururumuz, namusumuz, dünyaya açılan penceremiz!
Ne olur, milletin kalbinde kendisine müstesna bir yer edinen Çarşı’mızı mahkeme koridorlarında hırpalamayalım! Bırakalım, özgürce zafer şarkılarını söylesinler, sloganları ile yeri göğü inletsinler! Bitmez tükenmez enerjilerini ve erişilmez zekâlarını Türkiye’nin hizmetine sunsunlar!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
spolat
[1] 31 Mart Vak’ası, 13 Nisan 1909, İstanbul’da gerici isyan çıktı. Harekât Ordusu 15 Nisan 1909’da, İstanbul’daki bu isyanı bastırmak için Selanik’ten yola çıktı.
[2] Bu söylem genel olarak KarlMarx’a atfedilmekle birlikte, ilk gündeme getiren Fransa’da 1848 devriminde kısa süre bakanlık da yapan Louis Blanquie (1805-1881)’tır.