2008 yılında ‘kriz geliyor, KOBİ’lere sahip çıkın’ dediğimde ‘çok abartıyorsun’ deyip, krizden sonra da ‘bu kriz öngörülemedi’ diyebilen bir bakana sahip ülkenin vatandaşı olarak, Moody’s’in açıklamasına bu ekonomi yönetiminin ne cevap vereceğini merakla bekliyorum.
Açıkçası bu kredi derecelendirme kuruluşlarının siyaseten karar verdiği kanaatindeyim. Ama yine de analizlere dikkat etmek gerekiyor. Bunun da en önemli nedeni uygulanan ekonomik model. Bu model hem aşırı derecede yabancıyı finans piyasalarına sokmuş vaziyette, hem de ekonominin finansı tamamen borçlanma kurgusuna dayandırılmış halde.
Elbette içeriden toplanan dolaylı vergileri saymazsak… Hani kimsenin üzerine gidemiyorlar, hani mesela Botaş’ın vergisini tahsil edemiyorlar ya, vatandaş eliyle darphane gibi para basılıyor. Hem de dünyanın en ahlâksız vergisiyle. Yoksulluk sınırının dört kişilik bir aile için 3 bin 121, açlık sınırının 958 TL olduğu ülkemde yüzde 70 ortalamayla, gelir gözetilmeksizin alınıyor bu vergi…
Sonuç? Hani son yapılan zamlar var ya, onlarla birlikte Maliye’nin kasasına giren ekstra kâr 2,3 milyar TL. ÖTV beklenenden 700 milyon TL fazla toplanacak. Kimden? Yüzde 3 asgari ücret artış bahşettiğiniz halktan. Gelelim tekrar en başa…
Maliye Bakanı krizin etkilerinin daha uzun süre hissedileceğini söyledi. Söyledi söylemesine de ne önlem alındığı elbette yok ortada… Bir iki göstermelik, yabancı yatırımcıyı (!) rahatlatacak kelamı saymazsanız. İnanmayan gitsin özel sektörle konuşsun.
Fakat sıcak paranın kapısını açacak not artırımı için şart koşanlar başka. Onların her dediği olur. Ne ilginç değil mi, adamlara hem para kazandırıyoruz, hem de notumuzu artırsınlar diye yalvarıyoruz. Aslında önemsemiyormuş gibi yapıyoruz ama ‘not artsın’ diye de her türlü taklayı atıyoruz.
Peki Moody’s ne diyor? Üç şart öne sürüyor. Bir: Cari açığın yapısal olarak azaltılması… Ne diyordu o krizi bilemeyen bakanımız? ‘İşte cari açık düşüyor, dize getiriyoruz.’ Demek ki neymiş, rakam değil, yapı önemliymiş. Yoksa bugün düşen, yarın gelir suratınızın orta yerine tokat atar.
Şart iki: Döviz rezervlerinin artması… Kendi içinde tartışmalı bir konu. Eğer bu rezervleri batık ülkelerin ya da bankaların tahvilleriyle artırıyorsanız, durum feci. Bu konudaki sorumuza halen yanıt alamadık. Ama elin oğlu niye bunu söylüyor? Çünkü Türkiye gırtlağına kadar borçlu ve sıcak paraya teslim olmuş vaziyette. Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak istemiyor.
Üçüncü şart ne? Özel sektör borçlanmasının azaltılması… Yani bu durumda ne oluyor? Kamunun ne kadar borçlu olduğu değil, ülkenin ne kadar borçlu ve pozisyon açığı içinde olduğu önemliymiş. Biz bunları söylediğimizde bazıları insafsız olmakla suçluyor bizi. Ama bakın ormanın dışından da manzara aynı gözüküyor.
Biz evin çocuğuyuz. Hadi bizi dinlemiyorsunuz. Bari yabancı hayranlığınız burada devreye girsin de, göz boyamayı bırakıp, gerçekten sorunlara eğilin. Yoksa tek kayıp, artmayan not olmayacak.
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr