Türkiye ekonomisinin zaaflarının, dünyadaki iktisadi ve siyasi açmazlarla bütünleştiği bir süreçte herkesin aklındaki soru şu: Ne oluyor?
Çünkü bugün yaşadığımız süreç, alışılagelmiş krizlere benzemiyor.
Hiç kimsenin dillendirmediği, iktidarın kabullenmediği, kabullenmediği için önlem almadığı, almaya kalktığında da kontrolü kaçırdığı bir ortamla karşı karşıyayız. Reel piyasalarda kiminle konuşsanız bir şey yaşadığının farkında ama adını koyamıyor.
Kriz diyemiyor, çünkü kriz algısı farklı. Genellikle işadamları da profesyonellerde 1994, 1998, 2001 gibi süreçlerdekine benzer ani bir çökmenin yaşanmadığını söylüyorlar. Oysa bu kriz diğerlerinden farklı…
Sonuç itibariyle benzer bir tablo ortaya çıkacaktır; ama bu yaşanan ne? Diğer krizlerden yaşananı farklı kılan süreci yayılmış, aşırı bir deprem hali. İş yapamıyorlar, yapsalar parasını alamıyorlar, alsalar girdi maliyetleri gelirlerinin çok üzerinde artıyor, çek ve senetleri karşılıksız çıkıyor, bağlantılı olarak ödemelerini yapamıyorlar.
Bankalarla karşı karşıya gelmişler, iflas mahkemeleri en yoğun başvuru dönemlerinden birini yaşıyor, ihracatta pazar daralıyor, içte daralan piyasa taksitli ve vadeli satışlarla sorun öteliyor; işçi çıkartıyorlar ama yine de ayakta kalamıyorlar.
Esasen bu tablo bir krizden daha kötü… Ağırlaşan ve zamana yayılan bir problemden bahsediyoruz. Eğer ülkede bir kriz olsaydı ve yaşanıp, neticelense idi kısa dönem içerisinde çürük yapılar elenir, sağlam firmalar da ayakta kalmayı başarır, durumu az hasarla atlatacaklar da ortaya çıkardı.
Ama sürece yayılan ve her geçen gün yıpratmaya devam eden, vadeleri 2 senenin üzerine çıkaran, buna rağmen tahsilât açmazıyla birlikte üretimden ödemelere, istihdamdan borç kapatmaya kadar bir dizi sorunu ağırlaştıran bir vaka daha büyük zarar veriyor.
Çünkü bu ortam nedeniyle, iş yapış metotlarından pazar dengelerine, finansmandan yatırım güncellemelerine kadar sağlıklı durumda olan firmalar da hasar görmeye devam ediyor. Yani sıkıntılı bir kriz yaşasak ayakta kalacak firmalarımızı da kaybetme riskiyle karşı karşıyayız.
Kim ne derse desin ve adını ne koyarsa koysun, Türkiye ekonomisi şu anda ağır bir sendrom yaşıyor; zamana yayılmış sinsi bir krizle, bir kanser hastası gibi eriyor. Ağrı kesiciyle kanserle mücadele ne kadar mümkünse, sorunu kabul etmeden süre giden bu tavır riskimizi büyütüyor.
Eğer bir an önce problemi kabul edip, ağırlaşan ve derinleşen reel sektör odaklı bu soruna neşter vurmaz, reklamlardan ibaret sor alma kredileriyle, ‘çok iyi durumdayız’ söylemleriyle birden bire oluşan bir krizden, çok daha büyük bir zaiyat vereceğiz.
Finans piyasalarında sıkışan, çoğu yabancı yatırımcıyı kaçırmamak için ötelediğimiz bu sorun, Türkiye Cumhuriyeti’nin reel sektörüne malolacak. Lütfen harekete geçin. İnanın yaşanan, birkaç günde olup biten, krizden daha kötü, sinsi bir hastalık gibi üretim gücümüzü elimizden alıyor.