Memur maaşları konusunda söyleyecek lafı kalmayan iktidar, sıkıştıkça bilinçaltını ortaya koymaya, aklı tatile çıkaracak açıklamalar yapmaya başladı. İşine geldiği zaman mesleksizlikten, ihtisastan bahseden, danışmanlarına niteliğine göre maaş verdiğini iddia edenler, içeriksiz açıklamalarıyla gündem oyalıyor.
Maaş artış oranları ile ilgili tartışma hakeme giderken, sendika temsilcileri Babacan’ın kurula mobing yaptığını açıklıyor. Zaten burada çok beklenmedik bir durum yok. Fakat zam meselesi konusunda Başbakan’ın yaklaşımı, nasıl ürkütücü bin zihniyetin de ortaya koyulduğunu gösteriyor.
Yapılan işin muhteviyatına bakmadan herkesi tek tip gören bu yaklaşıma gören öğretmen, diğer memurlardan daha çok para alıp, daha az çalışıyormuş, bu da haksızlık imiş. Öncelikle öğretmene memur zihniyetiyle yaklaşımın baştan sona hatalı olduğunu söylemek gerekiyor. Hoş devleti şirket zannedenlerden ve şirket gibi yönetmek ile şirket olarak yönetmek arasındaki farkı anlamayanlardan başka bir sonuç da beklenemez.
Tapudaki memur bir yanlış yaparsa, bu hatalı bir işlem olur ve telafisi gerek hukuk, gerekse mevzuat içerisinde mümkündür. Fakat eğitimcinin yapacağı bir hata ki, parçalı müfredat ile hepsini uçurumdan atıyoruz, nesil kaybettirir. İnsanlara adet olarak bakan, bu sayede çamaşır makinesi olduğunu söyleyip, 5 çocuk isteyen bir zihniyet bunu ne kadar algılar bilmiyorum, öğretmen geleceği yaratır.
Bir 23 Nisan günü çocukları ağırladığım programımda, onlara gelecekte ne olmak istediklerini sordum. Üç tanesi bilim adamı olmak istiyordu. Bir tanesinin tercihi ise öğretmenlikti. Nedenini sorduğumda ise verdiği cevap, anlıyorum ki ülkeyi yönettiğini iddia edenlerden daha gerçekçi olduğunu gösteriyor: “Her bilim adamını bir öğretmen yetiştirir.”
Başbakan sözde hakkaniyet vurgusu yaparak, memur maaşlarında yapamadığı oransal açıklamaya bir çıkış getirmek istedi. O zaman ben daha radikal bir şey önereceğim. Bir ülkede sağlıkçının, eğitimcinin ve hukukçunun maaşı olmamalı. Hiçbiri aybaşındaki kirayı düşünerek işlerini yapmamalı. Yargıç uygulamalarında İngiltere’deki örnekleri gibi açık çeklere sahip olmalılar.
Peki aklın tatile çıktığı bu ülkede ne yapılıyor? İstanbul Barosu, sadece iktidar istiyor diye hukuku çiğnesin baskısını yaşıyor. Oysa İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Hasan Kılıç, katıldığı yayınlarımda defaten kanunu anlattı.
“Baro, yargılanan kişinin avukatı varken, avukat atayamaz. Atarsa suç olur. Avukatı olmayan bir kişiye yapılan atama da, yargılanan kişinin kendi avukatına vekâlet vermesiyle son bulur.” Bunu anlamak için âlim olmaya gerek yok. Ama niyet kötü, yönetim zihniyeti dikta tarzı olunca, kanun tanımazlık böyle karşımıza çıkıyor.
Ne istiyorsunuz? Öğretmenler eğitimci değil köle, hukukçular da hukuku değil, taleplerinizi yerine getiren birer kukla mı olsun? Olur mu olmaz mı bilmiyorum ama, size de, doğrusunu bile bile kamuoyunu yanıltan medyaya da, buna susan insanlara da yazıklar olsun.