Cumhurbaşkanı Erdoğan Müslüman ülkelerin makûs talihi değiştirecek tarihi bir açıklama yaptı. Bu sözlerinin arkasında durabilse ve eylemle destekleyebilseydi, sadece İslam tarihine değil, dünya tarihine damgasını vururdu. Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını hatırlayalım: “Din adamı olarak ortaya çıkıp da ne yazık ki kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup dinimizde yeri olmayan bazı kendine göre içtihatta bulunan kişiler çıkıyor ortaya! Yani bunlar bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada, zamanda yaşıyorlar. Çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar!İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız.”
HER TARİKATA AYRI İSLAM!
Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife'nin (699-767) Sünni inancını sistemleştirip geliştirdiğine inanılır. Ebu Hanife, namı diğer İmam-ı A'zam, İslam’ın siyasi bir baskı ve zulüm aracı olarak kullanılmasına hayatı boyunca karşı çıkmıştır. Bu düşünceleri nedeniyle çile çekmiş, Abbasiler döneminde zindanda işkenceyle öldürülmüştür. Bugünkü Sünni fikirler silsilesinin onunla hiçbir ilgisi yoktur. Ancak İmamı-ı A'zam'ın Müslüman dünyasındaki muazzam etkisi nedeniyle dün olduğu gibi bugün de, ona ait olmayan dini yorumlar, sanki ona aitmiş gibi pazarlanmakta ve böylece meşrulaştırılmaktadır. Onlarca tarikatın ortaya çıkışı İslam’ın birlik ve bütünlüğünü bozmuş, kafaları karıştırmış, "bana göre İslam!" anlayışını doğurmuştur. En önemlisi, İslam’da olmayan ruhban sınıfı, tarikat şeyhleri, din baronları ve onların müritleri ile yadsınamaz bir gerçeklik olmuştur.
Emperyalist ülkeler, maalesef Müslümanı Müslümana kırdırıyor. Geniş kitlelercami, namaz, oruç, hac içine hapsedilmiş durumda! İslam’ın özü boşaltılmış, ritüeller (şekli ibadet) öne çıkarılmıştır. Fıkıh, kelam, İslam tarihi, doğa-insan ilişkisi gibi konular hiç kimsenin ilgisini çekmiyor. Bu nedenle bilimsel ve teknolojik bir arka plan isteyen üretim yeteneği ufkun ardında kayboluyor. Bunun doğal sonucu ise siyasi ve ekonomik sömürünün aciz bir kurbanı olmak! İslam dünyasında hem dışarıdan hem de içeriden sömürü her geçen gün şiddetini artırıyor.
İSLAM’IN ALTIN ÇAĞI
İbni Sina (980-1037), "İnsan kendi eylemlerinden sorumludur; doğayı anlamalı ve incelemelidir." gibi fikirleriyle İslam’ı bilimle buluşturdu.İbni Sina'nın El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı anıt eseri tam 700 yıl tıp dünyasındaki en büyük başvuru kaynağı oldu. Endülüslü İbniBacce (1085-1138) ve İbniRüşd (1126-1198) derin araştırmalar yaptı; Allah ve doğanın ancak ilim, fen ve felsefeyle anlaşılabileceğini savundu.İbniRüşd, Hıristiyan dünyasında da derin izler bıraktı; eserleri Latinceye çevrildi.“Doğayı kavramak ve denetime almak için aklın vazgeçilmez olduğunu” ileri sürdü. Böylece vahiy dışında, akıl ve mantık yürütmenin de dinle çelişmediğini savundu.
Tarihi doğru okursak, İslam’da Rönesans’ın Batı’dan çok önce başladığını söyleyebiliriz. Altın çağında İslam ilim ve fende tüm dünyaya önderlik etti. İslam medeniyeti fizik, tıp, astronomi, matematik ve felsefe alanlarında çağının çok ötesindeydi.Ancak yıllar içinde çeşitli nedenlerle hurafelere boğularak, tutucu bir mahiyet kazandı. Müslüman ülkelerin dramının ana nedeni budur. Bu ateş çemberini kırmanın tek yolu İslam’ı bilim, sanat ve teknoloji ile yeniden barıştırmaktır. Bu başarılırsa, Müslüman ülkeler başı dik ve güven içinde yaşarlar.
Tarihi bir çıkış yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan bir gün sonra, muhtemelen gelen tepkiler üzerine “Dinde reform, haddimize mi? Asla!” diyerek topu Diyanet’e attı. Oysa Diyanet çözümün değil, sorunun bir parçasıydı. CHP’li Engin Altay, “Allah’ın ayetlerini sorgulamak Erdoğan’ın işi değil!” diyerek bu konuda partisinin vizyonunu(!) ortaya koydu. Bu ahval ve şerait içindeİslami öğelerle içli dışlı olan,İmam Gazali’nin (1058-1111),“Vahiy, akıl da dâhil her şeyin üstündedir!” kuramı ile yetişen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleri önemlidir; en azından gelecek için ümit ışığıdır…
Amiral Soner Polat
ulusal.com.tr