Önce dünyanın bir krize gireceğine, sonra girdiğine inanmadılar; ardından krizin geçici olmadığına… Yalancı baharlara inanıp, palavranın süreceğini anlattılar meydanlarda. Gelen parayı ulufe dağıtırcasına saçtılar sağa sola. Fakat matematik bir sana, bir bana işledi; oysa sana dedikleri 70 milyon, bana dedikleri en fazla 8 milyondu.
Sonra petrol fiyatlarının düşüşüne sığındılar; ters tepti. Kaybedilen pazarların Rusya ile telafi edileceğini anlattılar; Rusya ile kavgalı oldular. Hepsi bir yana Avrupa pazarı bizi kurtaracaktı, sonra orası da ‘Ey Avrupa’ oldu.
Ama emin olun bunların hepsi bir tiyatroydu. Bu çarpık ekonomik yapısıyla bu filmin sonu daha 15 yıl önceden belliydi. İnanmadılar; inanmadıkları için çarkı terse döndürecek bir şey yapmadılar; inanmak istemediler; istemeyenleri inandırdılar.
Şimdi geldiğimiz noktada dünyanın hızla bir daralmaya gittiğini kabul etmek zorunda kaldılar. Yeni masal ise Türkiye’nin bu iktisadi felaketten olumlu ayrışacağı… İnanmasa da Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek başta olmak üzere tüm kabine bunun üzerine oynuyor.
İnanın bu temenninin gerçekleşmesini benden daha fazla isteyemezler. Çünkü ben de sizin gibi, diğer 70 milyon gibi, bu filmin fatura ödeyen tarafında olacağım. Ama gerçekçi olmaz isek, hayallerimizin bizi kandırmasına izin verirsek, sonuçta değişecek tek şey, faturanın biraz daha ağırlaşması olacak.
Peki Türkiye gerçekten olumlu ayrışabilir mi? Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Böyle bir ihtimal olsa, FED’in faiz arttırıp arttırmasını korku içinde takip etmeyiz. Yani bu söylem de, tıpkı başarılı ekonomi söylemi gibi, koca bir palavra.
Dünyanın en kırılgan ekonomileri arasında birinci sırada gösterilen bir ülke olmasaydık; gelişmekte olan ülkeler içinde en fazla risk taşıyan olarak gösterilmeseydik; 400 milyar dolara yakın bir döviz pozisyon açığına sahip olmasaydık; iç ve dış toplam 600 milyar dolara yakın bir borca sahip olmasaydık belki olumlu ayrışabilirdik.
Dünyaya sattığımız ürünler içerisinde olmazsa olmaz ihtiyaç maddeleri ve teknolojik ürünlerin payı, ihracatımızın büyük bir bölümünü kapsasaydı ve dünyanın küçülmesinden önce borç değil, birikim yapmış olsaydık belki olumlu ayrışabilirdik.
Yıllık 200 milyar doları aşkın nakit paraya ihtiyacımız olmasaydı; mesela dolar basma yetkimiz olsaydı, ki yok,; dünya çapında büyük markalara sahip olup, katma değerli satışlar elde edebilseydik, yani fasoncu olmasaydık belki olumlu ayrışabilirdik.
Bugüne kadar gelen parayı finansman yapıp, üretimi destekleyip, üretim yapımızı farklılaştırsaydık, borç yapmak yerine, imalat yapmayı ve bunu uluslararası pazarlara yerleşik bir biçimde satmayı başarmış olsaydık belki olumlu ayrışabilirdik.
Komşularımızla kavgalı olmasaydık; kendimizi dev aynasında görmek yerine, dersimizi çalışsaydık; gerçek yöneticilerle yarını kurgulasaydık; sorunlarımızla yüzleşebilseydik belki olumlu ayrışabilirdik.
Bu olasılıkları sayfalarca yazmak mümkün... Ama en önemli ne biliyor musunuz? Biz, biz olarak kalabilseydik; dünyadan gelişmeyi alıp, geliştirebilseydik; boş hayaller peşinde koşmak yerine, ayağı yere basan yarınlar yaratabilseydik belki olumlu ayrışabilirdik.
Üzgünüm ama tekrarlamakta fayda var. Türkiye olumlu ayrışacak söylemi de tıpkı başarılı ekonomi vurgusu gibi koca bir palavra ve sonu ne yazık sadece sorunlara gözlerimizi kapatmamamız için söyleniyor. Açın gözünüzü…
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr