Ustalardan okura cevap

Çetin Ünsalan Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Bugünlerde bazı okurlarım beni kötümser olmak konusunda eleştiriyor. Elbette her görüşe saygım var. Ama kötümser olmakla, gerçekçi olmak arasındaki ince çizgiyi de hatırlatmadan geçemeyeceğim.

Türkiye’nin gerçeklerini dile getirmek, yönetimlerin yanlışlarını anlatmak, herkesin günlük yaşadığı bu ülkede, bazı konuları uyarı biçimde kaleme almak, bir kamu görevi saydığım gazetecilik namusunun gereğidir.

Üstelik bu kadar şakşakçının dolaştığı bir ortamda, alternatif çözüm önerilerini kaleme almış bir gazeteci olarak da buna hakkım olduğu kanaatindeyim. Yine de herkesin canı sağolsun deyip, eleştirilere yanıtın okura saygı gereği olduğunu düşünerek, ‘neden eleştiriyorsunuz’ sorusunun yanıtını, basının içinde bulunduğu durumu da göz önüne alarak ustalardan verelim.

Mesela Edmond Rostand, Cyrano De Bergerac’taki unutulmaz "İstemem eksik olsun" tiradında ne diyor?

“Ne yapmak gerek peki?

Sağlam bir arka mı bulmalıyım?

Onu mu bellemeliyim?

Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi

Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?

Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?

İstemem!

Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?

Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?

Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,

Taklalar mı atmalıyım?

İstemem! Eksik olsun!

Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?

Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?

Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?

İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret!

Eksik olsun!

Ciğeri beş para etmezlere mi yetenekli demeli?

Eleştiriden mi çekinmeli?

“Adım Mercuré Dergisi’nde geçse” diye mi sayıklamalı?

İstemem!

İstemem! Eksik olsun!

Korkmak, tükenmek, bitmek...

Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.

Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?

İstemem! Eksik olsun!

İstemem! Eksik olsun!

Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek...

Tek başına...

Özgür olmak...

Dünyaya kendi gözlerinle bakmak...

Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak...

Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak...

Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,

İsteyince Ay’a bile gidebilmek.

Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.

Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.

Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?”

Dönelim bizden bir ustaya…

Ali Baba Dergisi’nde yayımladığı “Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazıda Sabahattin Ali ne diyor? “Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi, cefakeş milletimizdir.

Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunla, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük.

Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.

Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: ‘Görüyor musunuz şu haini! ille de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor..’

Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?

Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu.”

Yoksa Türkiye’de bakış açısını hiç değişmeyecek mi? Tevfik Fikret'in 1898 yılında dostu Süleyman Nazif'e yazdığı bir mektupta ne diyordu? “Gazetesinde bir jurnal sureti basamayanlar artık gazeteci sayılmıyor. Sonra içimizde o edepsizleri kötülüklerinin üstün gelmesinden dolayı kutlamaya koşacak, ‘Bir gaza ettin ki hoşnut eyledin Peygamber'i' alkışlarıyla onların bu danışıklı dövüşlerini, namussuzluğun bu vicdanı kıran yenmesini alkışlayacak namuslular da var.”

Bir kelam da Neyzen Tevfik Usta’dan gelsin o vakit: “Hayat, üç buçukla dört arasındadır. Ya üç buçuk atarsın, ya dört dörtlük yaşarsın.” Bırakın da derdi memleket olanlar, aklının arkasında tilki dolaşmayanlar, karşılığında bir menfaat beklentisi olmadan mesleğinin onuru adına yazıp çizenler de konuşsun.

Çünkü bu millet yıllardır hep iktidarların yanlışlarının faturasını ödedi. Bırakın da bazıları bugün akan çeşmeden su doldurmak yerine, çeşmeden akan suyun zehirli olduğunu anlatsın. Yine de ‘olmaz’ diyorsanız, canınız sağolsun. Ben kendi adıma yine doğru bildiğimi yazmaya devam edeceğim. Saygılarımla…

Çetin Ünsalan

ulusalkanal.com.tr

Tüm yazılarını göster