Türkiye’nin son dönemine yapılan tartışmaların, Beştepe ve bakanlar ile bankacılık üzerinden en çok damga vuran konuların başında faizler geliyor. Oradaki başlığın içeriğine baktığınızda reel sektörün yatırımları açısından bir kaygı taşınıyor gözükse de, asıl dert takıntılı olunan inşaat sektörünün kredilendirilmesi ile ilgili maliyet.
İddia ediyorum finans kesimine özel ve düşük bir faiz uygulansın, reel sektörün geri kalanını yakarlar. Madalyonun başka tarafından baktığınızda ise bankaların gerçekten kredi vermeye niyeti var mı; tartışılır.
Çünkü reel sektör – bankacılık ilişkisine göz attığınızda, projenin adı geçmezken sadece teminat olarak sorulan mal – mülk konuşuluyor. Paranın ne amaçla istendiği ise sadece bir risk yönetimi konusu...
Yani ne tip bir proje için finansman ihtiyacı var, gerekli fizibilite yapılmış mı; dönüş zamanlaması nedir; gibi birçok soru gündeme bile gelmiyor. Daha kötüsü projeden bahsetseler, o konuyu analiz edecek ihtisas sahibi bir personel de bulunmuyor.
Velhasıl kelam, dünün aralarından su sızmayan, her fırsatta vatandaştan reel sektöre kadar birlikte saf tutan iktidar-finans cephesinin tartışması, çıkarların ters düşmesine bağlı salt bir kayıkçı kavgasından ibarettir.
Eğer sorunu gerçekten masaya yatırmak istiyorsak; reel sektörün kendi arasındaki vade meselesini gündeme almak durumundayız. Ortalama 18 aylara vuran vadeler, ödemeler zinciri açısından risk teşkil etse de, problem burada bitmiyor.
Zira bunu zaman zaman yazdığımızda ya da anlattığımızda yetkililer, durumun ticari bir anlaşma olduğunu belirtip; ‘alan razı-veren razı’ diyerek, yapacak bir şeyleri olmadığını vurguluyorlar. Ama durum öyle değil.
Çünkü bu konudaki açmaz, sadece ödemelere ilişkin vadelerin uzaması, bir kesimin diğerini yok canıyla finanse etmesinden ibaret görülemez. Arada uygulanan öyle bir faiz gerçeği var ki, enflasyondan ihracatta verilen birim fiyata kadar, yani rekabet edememe sıkıntısına kadar her alanı etkiliyor.
Özellikle emek yoğun ve rakibimizin İtalya olduğu sektörlerde, fiyatlarımızın marka ile katma değer yaratan İtalyanlar’dan bile yüksek çıktığını biliyor musunuz? Vadeler, ‘bizden olsun’ diyerek sunulmuyor.
Nakit döngüsü olmayan, sermaye yetersizliği yaşayan ve bu vadelere mecbur kalan üretici, vade farkı ödediğinin ne kadar bilincinde? Ortadaki faiz miktarı, günümüzde tam bir faaliyet dışı kâr haline dönüşmüş durumda. Doğru düzgün tedarikçilerin de üreticiler kadar bu konudan rahatsız olduğunu biliyorum.
Herkes uzayan vadelerden rahatsız. Ama daha önemlisi içte ve dışta ürünün fiyatının üzerine binen farklar, bir tarafta enflasyona olumsuz katkı sağlarken, diğer tarafta da yurtdışı pazarlarda rekabeti olanaksız hale getiriyor.
Bu nedenle ekonomi yönetimi önce bu konuya el atmalı; belki de destekleri bu alana yönlendirerek, ürün fiyatlarının düşmesini sağlayacak vadelerin kısalması hedefini gütmelidir.
Eğer bu başarılırsa, hem tedarikçi riskini yönetebilir hale gelecek, hem üretici düşen birim maliyetiyle daha rekabetçi olacak, hem de bundan yararlanıp, paradan para kazanma peşinde koşanlar boşa düşecek.
Bankalar mı? Siz bunu halledin; onlar proje bankacılığı yapmaya karar verdiklerinde tekrar konuşuruz. Alarm veren ve konuşulmayan alan bu.
Çetin Ünsalan