Türk sinemasının yeşermeye başladığı ilk yılları hatırlayalım. Şu sahnelerin, onlarca filmde tekrarlandığını söylersek, herhalde fazla abartmış olmayız. Uzun bir yolculuğun ardından yorgun ve endişeli bir yüz ifadesi ile trenden inen yağız bir delikanlı. Yakınlarını karşılamak için trene yaklaşmaya çalışan heyecanlı bir kalabalık. Tahta bavulu ve hüzün dolu bakışları ile kalabalığı yararak ilerlemeye çalışan delikanlının, denizi görür görmez birdenbire olduğu yere çakılıp kalması!
Belki de ilk kez gördüğü mavi enginlik ve üzerindeki çeşit çeşit deniz vasıtalarına, şaşkınlıkla karışık bir hayranlık duygusu ile uzun uzun bakması. Hayallerini, rüyalarını ve hedeflerini gerçekleştirmek için vapura ilk adımını atması… Marmara’nın İstanbul Boğazı’nın serin suları kucaklaştığı deniz sahası ve arkasındaki görkemli Topkapı Sarayı ve şehir silueti…
Hiç şüphesiz, Haydarpaşa garı sadece İstanbul sakinlerinin değil, bir simge olarak Türkiye’nin tüm illerinde yaşayan vatandaşlarımızın anılarını süsleyen ortak bir değerdir. Tarihi Bağdat Demiryolunun başlangıç noktasıdır. Her yönü ile topluma mal olmuş, sanat ve edebiyatımızın ilgi alanına girmiş, tarihimizin çok önemli kesitlerine ve olaylarına tanıklık etmiştir.
Haydarpaşa garı her hangi bir alan olarak görülemez! Hem toplumsal hayatımızın hem de kişisel yaşantımızın vazgeçilmez bir parçası olmuş, bizi geçmişten geleceğe taşıyacak bir misyon üstlenmiştir. Ayrıca, mimarisi, görkemi ve denizden görünüşü ile İstanbul kentimizin kültürel dokusunu zenginleştirmiştir. Haydarpaşa garı İstanbul’un kolundaki altın bilezik gibidir. Onsuz, İstanbul’un sonsuza dek bir yeri eksik kalacaktır.
Unutmayalım! Sadece kentlerde yaşayarak kentli olamayız! Kentli olmak, yalnızca bugünü yaşamak, geçmişten kopmak ve gelecekten vazgeçmek demek değildir. Kentli olmak, yaşadığımız şehrin kültürel zenginliğe sahip çıkmak, tarihi süreçleri hakkında bilgi edinmek ve geleceği için kaygı duymak demektir. Kentli olmak, kenti bozmadan ve yozlaştırmadan gelecek kuşaklara devretmek iradesi demektir. Kentli olmak, şehrin özgün yapısını korumak için mücadele etme bilincine sahip olmak demektir. Kentli olmak, ileri bir düşünce yapısı ile sosyal yeteneklere sahip olmak demektir.
Mimar Sinan’ın (1489-1588) en güzel eserlerinden biri olan ve 1548 yılında yapımı tamamlanan Mihrimah Sultan Camii Üsküdar’dadır. Bir estetik şaheseri olan bu görkemli eseri, bir bütün olarak yalnızca denizden görme şansınız vardır. Çünkü etrafı bütünüyle evler ve işyerleri ile çevrelenen Camii, adeta hapsedilmiştir. Ortada büyük bir tezat vardır. Camii şehre değer katmaya çalışırken, şehir onu boğmak istemektedir. Bu camii olmazsa, Üsküdar’ı geçmişe bağlayan ne kalacaktır?
Aydınlık gazetesinin iç sayfalarında yer alan, “Haydarpaşa Projesi’ne Kadıköy’den ret!” başlıklı küçük haberi okuyunca aklıma bu düşünceler geldi.
Mevcut sistem, iş dünyasının kâr etmesi amacıyla bütün kolaylıkları sağlıyor. Türkiye’nin her yerinde, onların yatırım yapabileceği yüzlerce alan var. Her şey onlar için. Zincirlikuyu ile Yeni Levent arasındaki kısacık mesafeyi, art arda dikilen AVM’ler nedeniyle neredeyse 45 dakikada geçebiliyoruz.
Niçin ülkemizin ve halkımızın ortak değerlerini temsil eden, bizi geçmişe bağlayan tarihi eserlerimizi hedef alıyorlar. Niçin anılarımızı bizden çalmak istiyorlar? Niçin Beşiktaş’tan Kadıköy’e giden vapurun güvertesinden, keyifle ve gururla Haydarpaşa garına bakmamızı bize çok görüyorlar?
İnebahtı yenilgisinin (7 Ekim 1571) sancıları sürerken Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa (1505-1579), Venedik Büyükelçisi’ne şöyle seslenmişti: “Biz Kıbrıs’ı alarak (1 Ağustos 1571) sizin kolunuzu kestik, siz ise gemilerimizi yakarak bizim sakalımızı kestiniz. Kesilen kol bir daha yerine gelmez ama sakal daha gür çıkar!” Haydarpaşa garı gitti mi bir daha geri gelmez. Oysa binlerce AVM yıkılır, yeniden yapılabilir. AVM, sadece bugündür. Hâlbuki Haydarpaşa garı, geçmiş, bugün ve gelecektir.
İnsanlar içinde bulundukları mutluluğu kaybettikleri zaman anlarlarmış! Haydarpaşa garı, boynu bükük bir şekilde, acı acı bize bakıyor. Ben duyuyorum, siz duymuyor musunuz, şunu söylüyor: “Bana bunu da mı yapacaktınız?” İktidarı, muhalefeti, iş dünyası ve en önemlisi başta Kadıköylüler olmak üzere, İstanbullular ve Türk milleti olarak ona sahip çıkmalıyız.
Sizi bilmiyorum ama benim yüreğim sızlıyor!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr