İsrail, Lübnan’a gözdağı vermek için Kasım 2017’de tarihinin en büyük askeri tatbikatını yaptı. Meir Dagan tatbikatı Hizbullah’ı bütünüyle imha planına göre icra edildi. Hizbullah karşısında 2006 yılında zor durumlara düşen, deyim yerindeyse karizmayı çizdiren İsrail o günleri bir türlü unutamıyor.
BÖLGESEL FİTNE
İsrail’in, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile Müslüman ülkeler hilafına gizli görüşmeler yaptığını sağır sultan bile biliyor... Bu iki işbirlikçi ülkeye, İsrail’in Lübnan’a saldırması için gerekçeler hazırlama görevi verildi! Bu nedenle Lübnan Başbakanı Hariri’ye tuzak kuruldu. Önce Riyad’a davet edip sonra da geçici olarak esir aldılar. Hariri, baskı altında İran ve Hizbullah hakkında ağır suçlamalarda bulundu. Ancak senaryoyu hazırlayanlar öylesine acemiydi ki suçlananlar bile konuyu ciddiye almayarak Hariri’ye sıcak mesajlar gönderdi. İsrail’in bir çılgınlığa girişmeden önce uzun Lübnan serüvenini yeniden incelemesinde fayda var!
İSRAİL’İN ÇIKMAZ YOLU
İsrail’in Londra Büyükelçisi 6 Haziran 1982 tarihinde bir suikast girişimine maruz kaldı. Dönemin Başbakanı Menahim Begin (1913-1992) Filistinli gerillaları suçladı. Gerçekte saldırı girişiminin arkasında Yaser Arafat’ın (1929-2004) amansız düşmanı Ebu Nidal (1937-2002) bulunuyordu. İsrail, ülkesine roket atan Filistinli gerillaları bahane ederek büyük bir ordu (75 bin asker, 790 tank, 1500 ZMA/ZPT, 640 uçak) ile Lübnan’a girdi. İsrail’in hedefi, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Lübnan’daki siyasi ve askeri altyapısını bütünüyle yok etmekti. Hıristiyan Ketaib Partisi lideri olan Beşir Cemayel başkanlığında İsrail yanlısı bir hükümetin işbaşına geçmesi planlandı. Galilee İçin Barış Harekâtı’nın (Operation Peacefor Galilee) komutası dönemin Savunma Bakanı Ariel Sharon’a (1928-2014) verildi. İlk aşamalardaki kayıplara rağmen İsrail ordusu Lübnan’da ilerlemeye devam etti.
FKÖ ve Yaser Arafat Ağustos 1982’de Tunus’a sürgüne gönderildi. Arafat ancak 1994 yılında Filistin’e dönebildi. BM kararı doğrultusunda ABD, Fransa ve İtalya askerlerinden oluşan çokuluslu güç Lübnan’da görevlendirildi. Maronit Hıristiyan olan Beşir Cemayel Cumhurbaşkanı seçildi ama üç hafta sonra, 14 Eylül 1982’de bombalı bir suikastle öldürüldü. İki gün sonra insanlık tarihinin en acı olaylarından biri yaşandı. Misilleme olarak İsrail ordusu, Hıristiyan Falangist milisleri Sabra ve Şatilla mülteci kamplarına yönlendirdi. Çok sayıda gerilla ve binlerce sivil öldürüldü. Katliam işgalde bir dönüm noktası oldu. İsrail kamuoyu kişisel olarak sorumlu tuttuğu, “Sabra ve Şatilla Kasabı” olarak tarihe geçen Sharon’un istifasını istedi.
Bu katliam üzerine çokuluslu güç Beyrut’a girdi. Tarafsız bir misyon yüklenen bu gücün gerçek görevi yeni kurulan ABD ve İsrail yanlısı hükümeti desteklemekti. Bu dönemde İran ve Suriye işgale direnen Hizbullah’ı destekliyordu. 18 Nisan 1983’de ABD’nin Beyrut Büyükelçiliği saldırıya uğradı. 23 Ekim 1983’te kamyona yüklenen bombalı saldırıyla 241 ABD deniz piyadesi, kısa süre sonra başka bir araçlı saldırıyla 56 Fransız paraşütçü öldürüldü. Çokuluslu güç Beyrut’tan çekilmek zorunda kaldı.
İsrail sonunda 2000 yılında Güney Lübnan’daki tampon bölgeye çekildi.17 yıl süren işgal İsrail ordusunun saygınlığını en alt düzeye düşürdü. FKÖ’nün bıraktığı boşluk yeni bir süreç başlattı. Bu süreç, çok daha güçlü ve daha iyi savaşan Hizbullah’ın doğumuyla sonuçlandı.
GÜNCEL DURUM
Günümüzde bölgedeki antiemperyalist akımlar güçlenmektedir. Lübnan’a yönelik bir askeri harekâta, Türkiye ve Rusya da dâhil olmak üzere birçok ülke karşı çıkacaktır. Ayrıca Lübnan’daki tüm etnik, dini ve mezhepsel gruplar İsrail’e cepheden karşıdır. Geçmişte olduğu gibi bir işbirlikçi hükümet kurma imkânı yoktur. İran ve Şii karşıtlığı üzerine oyun planı yapan Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkeler olası bir İsrail harekâtında kendi iç kamuoylarına hesap vermekte güçlük çekerler. Hizbullah’ın bugün dünden çok daha kuvvetli olduğu da hesaba katılmalıdır.
Amiral Soner Polat
ulusal.com.tr