Balyoz'da ikinci perde

Soner Polat Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Balyoz davasında perdeler yeniden açılıyor. Anayasa Mahkemesi’nin bozma kararından sonra bu tarihi dava, 3 Kasım 2014 tarihinden itibaren bu kez özel görevli bir mahkemede değil, doğal bir ağır ceza mahkemesinde görüşülecek. Davanın karara bağlanacağı Kartal Adliyesi, dünyanın en görkemli adalet sarayları arasında gösteriliyor. Bu da ülkemize özgü bir çarpıklık olarak hemen göze batıyor. Adaletin kendisi aşağı doğru inerken, binası göklere doğru tırmanıyor! İnsanın aklına Tevrat’ta zikredilen Babil kulesi meselini getiriyor. Tanrı, kulenin yükselişini kendisine karşı bir eylem olarak görerek müdahale ediyor!

İsterseniz, sizleri fazla sıkmadan, biraz da nükte katarak birinci perdesi sahnelenen Balyoz trajedisini kısaca hatırlatayım.

BALYOZ’UN JEOLOJİK ETÜDÜ

Balyoz depreminin Türkiye’yi kasıp kavurduğu ateşli günlerdir. Ülke atmosferinde azot, oksijen gibi doğal bileşenlerin yanı sıra balyoz partiküllerine de rastlanır. Artçı Balyoz şokları ülkeyi sarsmaktadır. Barometrede basınç, cihazı yerinden sökecek kadar yüksektir. I. Ordu, daha fazla kayıtsız kalamaz ve adli soruşturma açılmasına karar verir. Adli vazife açık ve nettir: “Plan Semineri’nde basında yer aldığı gibi bir plan hazırlanmış mıdır? Bu seminer ile ilgili bilgiler basına nasıl sızdırılmıştır?”

Şimdi de üç sütun üzerinde yükselen Balyoz binasının sütunlarının ne kadar sağlam (!) ve dayanıklı olduğunu (!) ispat etmeye çalışacağım. Bu arada verilen vazifeye görevlilerin ne kadar sadık (!) kaldıklarını da hep birlikte göreceğiz…

SARAYIN BİRİNCİ SÜTUNU, BİNBAŞI ERDOĞAN RAPORU,

Adli soruşturmayı dönemin I. Ordu Askeri Savcısı Hâkim Albay Bülent Münger yürütür. Bilirkişi olarak ise Kara Pilot Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan görevlendirilir.

Askeri okullarda öğretilen en temel ilke, askeri faaliyetlerde asla vazifenin dışına çıkılamayacağıdır.

Sınavlarda seçtiğiniz hareket tarzı vazifeyi karşılamıyorsa, sıfır çekersiniz. Durumdan vazife ise, ancak vazifenin mevcut olmadığı koşullarda çıkarılabilir.

Kurmay mekteplerinde, planlarda faraziye tekniğinin nasıl kullanılacağı öğretilir.

A ülkesinin arızalar nedeniyle denizaltılarını kullanamadığını istihbar etmişseniz, yapacağınız bir harekât planında, belirli bir riski göze alarak, “A ülkesinin denizaltılarını görevlendiremeyeceği farz ve kabul edilmiştir.” şeklinde bir faraziye yaratabilirsiniz.

Bu durumda, size tahsis edilmiş kuvvetleri daha verimli kullanma şansını elde edersiniz. Ancak, A ülkesinin, “harp etmeyeceği” şeklinde bir faraziye olamaz. Çünkü bu durumda plana ihtiyaç kalmaz.

Bnb. Erdoğan, muhtemelen iyi niyet (!) ve görev heyecanı (!) ile bilirkişilik tarihine geçecek öncü ve devrimci bir yol izler.

Dijital verilerin doğru olduğunu farz ve kabul ederek bir rapor hazırlar. 02 Şubat 2010 tarihli raporunun 3’üncü bölümünde bunu açıkça ifade eder.

Eğer, dijital verilerin doğru olduğunu farz ve kabul ediyorsanız, “niçin rapor hazırlıyorsunuz?

” sorusu akla gelir. Zaten, yandaş basın da verileri doğru kabul ederek yayınlar yapmıyor mu?

Adli soruşturma, bu yayın içeriklerinin gerçekliğini ortaya çıkarma amacına yönelik değil mi?

Yanlış anlaşılmasın! Kimsenin iyi niyetinden şüphe etmiyoruz! Mutlaka, bizim bilemediğimiz önemli gerekçeler vardır.

Başka Bir Erdoğan da Var! Kim O?

Aynı dönemde, tarihin içine girerek, gerçekten iz bırakan başka bir Erdoğan vardır. Bu kişi, astsubaylıktan subaylığa yükseltilen adli bilişim uzmanı Jandarma Yüzbaşı Ahmet Hakan Erdoğan’dır. TSK’da herkesin kafasının karmakarışık olduğu bir dönemde, ne yaptığını bilen tek kişi O’dur.

Org. Çetin Doğan’ın damadı ve kızı olan DaniRodrik ve Pınar Doğan’ın aylar sonra bilimsel bir yaklaşım ile yapacakları çarpıcı tespitlerin önemli bir bölümü O’nun raporunda yer almaktadır. Hem teknik dalavereleri hem de zaman-mekân çelişkilerini, müthiş bir yetkinlikle tespit eder.

Hiçbir Balyoz mağdurunun tanımadığı ve şu anda da ne yaptığını bilmediği Yzb. Erdoğan, hem çok şanslı hem de çok şanssızdır.

Şanssızdır, çünkü ülkemizde ender yetişen böyle bir değer, tarihin pusulasına, en doğru zamanda yapmış olduğu erdemli dokunuşuna rağmen, olayların akışını değiştirememiş ve Türk kamuoyunca da tanınmamıştır. Şanslıdır, belki de bu nedenle menzil dışında kalmıştır.

Birinci Ordu Askeri Savcısı Ne Yaptı!

Dönemin I. Ordu Askeri Savcısı Hâkim Albay Bülent Münger, yıllarını adli meselelere vakfetmiş, deneyimli bir hukuk adamıdır. Verilen adli vazifeyi dikkate almasa da, hizmet aşkı ile maddi gerçeğin ortaya çıkması yönünde (!) yoğun gayret harcar. Her iki Erdoğan raporunu da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir.

Bununla da yetinmez, raporlar ile ilgili gizlilik rejiminin bulunduğu bir dönemde, muhtemelen iyi niyetle (!), konunun iyice aydınlanması için, gazeteci Mehmet Baransu ile bir araya gelir. Alb. Münger, kendine özgü yaklaşımları ile gazeteciliğe “bavul boyutu” kazandıran cesur ve acar gazeteci Mehmet Baransu ile sıradan (!) ve önemsiz (!) bilgileri paylaşır:

‘’Albay Münger, delikanlı gibi sana raporu göstereyim’ diyerek, dosyanın içerisinden 34 sayfalık raporu çıkarttı ve yazılmamak kaydıyla bana okuttu.’’ ‘’Raporu okuduktan sonra, Albay Münger’e yazılmamak kaydıyla Balyoz Darbe Planı çerçevesinde sorular sormuş ve açık yüreklilikle bazı cevaplar almıştım. Münger’in verdiği cevaplardan 2003 yılında seminer adı altında yapılan toplantıda sınırların aşıldığı izlenimini almıştım.’’ (Karargâh adlı kitap, sayfa 496, Mehmet Baransu)

Herhalde aklınıza şu sual geliyor. Adli vazifedeki şu sorular niçin masaya yatırılmadı? (Soru 1: Balyoz diye bir plan var mı? Soru 2: Birinci Ordu’dan bilgileri kim sızdırdı.) Kişisel görüşüme göre, bütünüyle iyi niyetle (!), daha iyi hizmet için, konuyu saptırmamak, dağıtmamak için. Bnb. Erdoğan’ın faraziye raporu, Balyoz inşaatının üç temel sütunundan ilki olacaktı.

Adalet Bilime Karşı mı?

Bir duruşmada, benim de bulunduğum 20-25 Balyoz sanığı, üzerinde “Adalet Bilime Karşı” yazan siyah tişörtler giydiler. Yanıldılar! Aslında, Adalet bilimin sınırlarını zorluyordu. Adli bilişim uzmanı Jandarm Yzb. Erdoğan’ın, “Verilerde bir çapanoğlu var!” diyen raporu birdenbire yok oldu.

“Var olan bir şey yok olmaz, madde enerjiye dönüşür.” şeklinde görüş belirten bilim adamları madara oldu. Einstein sağ olsaydı, hasedinden çatlardı. Burada bilimin daniskası vardı. Rapor sırra kadem basmıştı.

İKİNCİ SÜTUN, TÜBİTAK BİLİRKİŞİ RAPORU,

Adalet dijital verileri, çok yerinde bir kararla Türkiye’nin gurur kaynağı, bilim fabrikası TÜBİTAK’ta inceletme kararı aldı.

TÜBİTAK, henüz kendi içinde resmi bir görevlendirme yapmadan, ileride kurulacak üç kişilik heyete üye olacağı içine doğan Dr. HayretdinBahşi, büyük bir ihtimalle daha iyi bir hizmet ve maddi gerçekleri bir an önce ortaya çıkarmak (!) maksadıyla Savcılığa gelerek CD’leri teslim aldı.

TÜBİTAK Bilirkişi Heyeti, 19 Şubat 2010 günü raporunu teslim etti: “CD içindeki dosyaların oluşturma ve son kaydetme tarihlerinin 2003 yılı ve öncesine ait olduğu, CD’lere sonradan ekleme yapılmadığı tespit edilmiştir.”

Hâlbuki 2003 yılından sonra meydana gelen onlarca olay bu CD’lerin içinde yer almaktaydı. Ayrıca, 2006 yılından sonra ortaya çıkan “calibri” ve “cambria” yazı karakteri gibi çok sayıda teknik arıza vardı.

Sakın kafanız karışmasın! Problem yok. “Her şey bulunduğunuz konuma göre izafidir.” diyen Einstein’a kulak verin. Duran bir kişinin saati ile çok yüksek bir hızla hareket eden diğer bir kişinin saati aynı zamanı göstermez. Bu TÜBİTAK patentli bilimsel rapor (!), Balyoz inşaatının ikinci sütunu olacaktı.

Baba ve Koca: Bayan Memure Güllü Salkaya,

Günler, aylar ve yıllar geçti. Bembeyaz karlarla kaplı romantik bir İstanbul gününde mahkeme, hukuki ve bilimsel açıdan son derece sağlam gerekçeli kararını yayımladı. Darbeci bayan memure Güllü Salkaya hâlâ hem baba ve hem de koca idi. Ne yani, siz adaletten daha mı iyi bileceksiniz? İsterseniz Adalet’in Adli Tıp’ına gidelim!

Artık Bir Karar Verin! Evet mi, Hayır mı,

Kararın bir sayfasında, bahsettiğim güncellemenin yapılmadığını belirten TÜBİTAK raporuna yer verilirken, diğer bir sayfasında listelerin güncellendiği kaydı yer almaktaydı. Bu durum Hasdal tutsakları arasında derin felsefe ve mantık tartışmalarına yol açtı. Denildi ki: “Eğer, TÜBİTAK’ın raporu doğru ise, yani CD son kez 2003’de kaydedilmiş ve sonradan ekleme yapılmamışsa, güncelleme yapılmamıştır. Eğer, güncelleme yapılmışsa, rapor geçersizdir.”

Olasılık yöntemleri konusunda Kaliforniya’da yüksek lisans yapan bir arkadaşımız olayı analitik yöntemlerle bilimsel açıdan sonuca bağladı: A yargısı B yargısını, B yargısı da A yargısını çürütüyorsa, kesin olarak, hem A yargısı hem de B yargısı yanlıştır.

Arkadaşlarımı hemen uyardım. İleri demokrasi, ileri hukuk oluyor da, niçin ileri bilim olmasın! Bilim ve teknoloji dergilerini takip etmelerini önerdim. Görelilik, uzay ve zaman yamulması, kara delik gibi kavramlar var. Son dönemlerde “paralel evren” tartışılıyor. İleri bilimsel olarak son noktayı koydum: “TÜBİTAK’ın raporu mevcut evrendedir. Hâlbuki güncelleme, paralel evrende yapılmıştır.”

ÜÇÜNCÜ VE SON SÜTUN: AYTAÇ YALMAN,

İnşaatın üçüncü ve son sütunu Aytaç Yalman’ın omuzlarına dayandırılmıştı. Darbeyi o önlemişti. Adalet öyle diyordu.

Aytaç Yalman, bir zamanlar takımın savunmasında Hilmi Özkök ile birlikte çift stoper olarak görevlendirilmişti. Hazırlık maçlarında uyum içinde tandem oynamışlardı.

Ancak ilk lig maçında, “tank sayısı”, pardon futbol topu sayısı konusunda ihtilafa düştüler. Bir de aralarında, “Kulüp Başkanı’na Muhtıra!” tartışması şiddetlenince, aralarında ciddi bir sorun olduğu ortaya çıktı.

Uyum sorunu nedeniyle bu ikilinin sık sık arkaya adam kaçıracağını değerlendiren takımın Teknik Direktörü, Aytaç Yalman’ı süresiz kadro dışı bıraktı ve derhal satış listesine koydu. Böylece, üçüncü ve son sütun, adalet tarafından kesik yedi! Aytaç Yalman gerekçeli kararda kendisine yer bulamamıştı!

Aytaç Yalman’ın yerine, yıllar önce jübilesini yapan ve önemli bir kalp ameliyatı geçiren Çetin Doğan’ın transfer edileceği haberi spor medyasına bomba gibi düştü.

Adalet Gezegeni!

Sonuç: üç sütun üzerinde yükselen görkemli Balyoz Sarayı.Adalet Sarayı, Simit Sarayı diye isimler oluyor da, Balyoz Sarayı neden olmasın…

Sarayın bir sütununda faraziyeye dayalı, yani sanal bir rapor var. Hani derler ya, teyzemin sakalları olsaydı…

İkinci sütunu teşkil eden TÜBİTAK raporuna ise balyozu bizatihi adalet indiriyor: Güncellenmiştir. (Hatırlayın, TÜBİTAK güncelleme yapılmamış diyordu!)

Üçüncü sütun olan Aytaç Yalman’a da adalet kırmızı kart gösteriyor. Yalman saha dışına davet ediliyor.

Peki, o zaman bu saray “nasıl yıkılmıyor” derseniz, bilimsel açıdan “gravitasyon (yer çekimi) konularını incelemenizi öneririm. Belki de, bu olaylar gravitasyonun çok düşük olduğu başka bir gezegende gerçekleşmiştir: “Adalet Gezegeni!”

Ülkemizde adalet yağmuru öylesine şiddetli yağıyordu ki sel olup akıyor, önüne çıkanı Silivri’ye sürüklüyordu. Metre kareye düşen adalet ortalamasında dünya rekoru kırdığımız günlerdi. Slogan çok tutmuştu. Kaçın adalet geliyor!

İleri Hukuk Dönemi’nde, kalpleri hizmet aşkı ile çarpan, görev ve sorumluluk bilinci son derece yüksek özel insanlar, özel polisler, özel askerler, özel savcılar ve özel mahkemeler hep birlikte bu görkemli adalet şaheserini (!) yarattılar:

Üç sütun üzerine kurulan, 9 şiddetindeki depreme dayanıklı (!) tarihi Balyoz Sarayı! Kutlu Olsun!

İlk perdesini kısaca sunmaya çalıştığım bu trajedinin ikinci perdesi Kartal Adliyesi’nde başlıyor. İsteyen izleyebilir. Merak etmeyin, ücretsizdir!

(I)Tandem: İki kişilik bir tür bisiklet. Futbolda geri dörtlünün ortasında oynayan iki defans oyuncusunun oyun tarzını anlatmak için de bu kelime kullanılır.

Amiral Soner Polat

ulusalkanal.com.tr

Tüm yazılarını göster