Bundan yaklaşık 10 yıl önce inşaat temelli kalkınmanın sakıncalarını dile getirip, ‘toprağa gömdüğümüz milyar dolarlar başımıza bela olacak’ diye yazmıştım. Ne yazık ki geldiğimiz noktada oldu.
Bu muhteşem bir ekonomi bilgisine sahip olduğum için değil, karnımdan konuşmadan gördüğümü yazıp çizdiğim için ulaştığım bir kanaatti. Çünkü o dönemlerde herkes dudaklarının kenarını silerek, alınan reklamlar nedeniyle bu konuyu ısrarla görmezlikten geliyordu.
Bugün geldiğimiz noktada sadece konutta değil, tüm parayı oraya yönlendirdiğimiz ve tek sektör bağımlılığı yarattığımız için yaprak kıpırdamayan bir piyasa, konkordatolar ve büyüyen bir sıkıntı ile karşı karşıyayız.
Merkez Bankası bile munzam karşılıklar üzerinden likidite problemini çözmeye çalışan, ama eldeki kaynak yetmeyeceği için sonuç alması güç ama çaresiz işlemlerin ardına sığınır hale geldi.
Peki risk sadece konut temelli inşaat sektöründe mi? Elbette hayır... Ocak ayı itibariyle konut satışlarında yüzde 24,8’lik bir daralma yaşandı. Alt dilimlerine baktığımızda tablonun bu orandan daha ürkütücü olduğunu görüyoruz.
Mesela ipotekli konut satışlarının yüzde 77’2 oranında azalması, bize bankacılık sisteminden buraya kredi aktarılmadığını net bir biçimde gösteriyor. Bu oran, ne kadar baskı yaparsanız yapın, kısa sürede tersine çevrilecek ve hasarı giderilecek bir tablo değil.
Diyelim ki kimse kredi kullanmıyor; herkesin cebinde peşin parası var ve öyle satın alma yapıyorlar. Ne yazık ki istatistikler orada da, yani ilk kez satılan konutların oranında da yüzde 30’luk azalmaya işaret ediyor.
Hemen bu vesile şunun altını çizelim. Halen konut alacak birileri var. Elinde peşin parasıyla bekleyip, konut fiyatlarının belki de üçte bir ya da dörtte bir fiyatına düşmesini bekliyorlar. Benzerlerini 1999 depreminden sonraki süreçte de yaşadık. Bu paranın ne kadarı temiz, ne kadarı çamaşır makinesi parası bilemem. O MASAK’ın işi... Ama bir gerçek var ki; yine bir sermaye transferi yaşayacağız.
İkinci el piyasası da yüzde 20,4’lük düşüşle 41 bin adetlerin biraz üzerinde tutunmaya çalışıyor. Yani orada da bir hareket yok. Dön dolaş tutundukları dal ise yabancılara konut satışı. Bunun için vatandaşlık bedelini 250 bin dolara kadar çektiler.
Ama ocak ayı itibariyle rakamlara baktığınızda burada da sadece 3 bin 168 konutun satıldığını görüyoruz. Tüm ülkede bel bağlanan tek kapı bile dramatik adetlerde. Bu satışların yapılıp yapılmaması tartışmasına girmiyorum bile.
Daha ilginç olan ise aylar itibariyle tabloya baktığınızda ortaya çıkan iniş çıkışlar. Sağlıklı bir piyasada görülmeyecek oranda yaşanan iniş çıkışların ise, banka / ekonomi yönetimi / baskı üçgeninde hareket ettiğini görmemek için saf olmak gerekiyor.
Peki tüm bu tabloyu nasıl okumalıyız? Şayet normal bir ekonomik fotoğraf içerisinde olsaydık; konut sektöründe sıkıntının büyüdüğünü ve buraya yönelik özel önlemler alınması gerektiğini söyleyerek, çözüm önerileri üreterek işin içinden çıkabilirdik.
Ama bugünkü ekonomik yapıyı dikkate aldığınızda, her şeyin yıllarca bu sektöre bağlanması, onun dışında sektör ele alınmaması, reel sektör denilince bile inşaatın adının zikredilip, teşviklerin bu temelli yapılması bir domino etkisini bize anlatıyor.
Elbette yıllarca uygulanan genel manadaki yanlış ekonomi politikalarının çıktılarını yaşıyoruz. Lakin bunların gün yüzüne çıkması için bardağı taşıracak bir damla gerekiyordu. Gözüken o ki, o damlanın adı konut sektörü.
Etki alanı ise bankacılık sektöründen diğer reel sektör aktörlerine kadar uzanan bir çizgide önümüze çıkıyor. Bu sevdadan vazgeçmediğimiz sürece de başımız daha çok ağrıyacak ve çözüme ulaşmamız gecikecek gibi gözüküyor.
Çetin Ünsalan