Dünyada Türkiye’yi inceleyen taraflı tarafsız kuruluşların uzun zamandır dikkat çektiği bir konu var: Özel sektör borçları… Esasen Türkiye’yi de en kırılgan hale getiren önemli unsurlardan biri bu.
IMF’nin Mali Monitör Raporu’nda, sorunun dünya genelinde de olduğu gözleniyor. Global borcun içinde, özel sektörün borcu, en önemli risklerden birini oluşturuyor. Dünya çapında yaratılan gelirin yüzde 225’inin özel sektör borçlarından teşekkül olduğu belirtiliyor. Toplam küresel borç ne kadar? 152 trilyon dolar ve artmaya da devam ediyor.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir iki husus var. Bunlardan birincisi IMF’nin bu raporuyla özel sektörün reel kesimine dikkatleri çektiği. Kabul edilmeli ki reel sektör çok güç günler yaşıyor ama, özel sektörün mali kesiminin bundan daha büyük bir risk altında olduğu ve pozisyon açıkları bulunduğu dile getirilmiyor.
Dünya ekonomisindeki kâğıtlar üzerinden yaşanan varlık balonu, batık devlet tahvilleri, reel sektörün ağırlık borçlu olduğu kesim olan finans piyasaları çok mu normal durumda? Oraya dokunmayalım? Niye? Çünkü patlamaya hazır bir bomba gibi ortada duruyor. Yaşanacak krizi adreslendirmek lazım.
2008 krizinde ortaya çıkmadı mı hedge fonlar üzerinden yapılan soygun ve zehirlenme. Dev uluslararası şirketlerin bile, aynı isimle ikinci bir firma kurduğu, faaliyetten elde ettikleri gelirleri burada değerlendirdiği ve krizin ortaya çıkmasıyla birlikte hepsinin batık hale geldiği ve kurtarılmak zorunda kaldığını niye söylemiyorsunuz? Bu bildiğiniz ikiyüzlülüktür.
Bizde ise durum buradan kaynaklı da olsa daha farklı… Türev piyasa yelpazesinin, dünyaya oranla dar olduğu Türkiye gibi ülkelerde, reel sektörün durumu gerçekten açmazlarla dolu. Fakat yine aynı çerçevede olayı değerlendirirsek, özel sektörün finans kesiminin sıkıntısı, reel sektörün yaşadığından kat be kat fazla.
Bunun en güzel sağlamasını 2016 yılı için yapılması gereken kısa vadeli iç borç dağılımından anlayabiliriz. Bilgiyi veren EGD’nin 12. Kaptepe Ekonomi Zirvesi’nde konuşan TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu…
Kısa vadeli borç miktarının 5 milyar dolarını kamu, 59 milyar dolarını da reel sektör ödeyecek. Özel sektörün mali kesiminin yükümlüğü ise 108 milyar dolar. Bakın daha 35 milyar dolarlık cari açık finansman ihtiyacı ortada yok bile… Sadece bu dağılım bile özel kesimin içinde bankacılık ve finans kesiminin riskinin iki katı fazla olduğunu ortaya koyuyor.
Önem verilmesi gereken kısım niye reel sektör? Çünkü buradaki borcun hatırı sayılır bir kısmı da bankacılık sektörünün verdiği teminatla yurtdışından elde edilmiş. Bir zamanlar ‘kamunun borcunun az olması anlam ifade etmiyor; hepsi Türkiye’nin borcudur’ dediğimizde, kapalı kapılar ardında ‘batan batsın’ diyenlerin, şimdi üretim diye çırpınması konuyu anlamaya başladığını gösteriyor. Biraz geç kalınmış olsa da…
Demek ki neymiş? Batsın bu reel sektör deyip işin içinden sıyrılmak mümkün değilmiş. Üstelik buradaki batışın sadece finansal sonuçları olmayacaktır. İşsizlikten ödemeler zincirinin kırılmasına kadar bir dizi sorunu da beraberinde getirecektir. Bu nedenle reel sektöre gözümüz gibi bakmalıyız.
Ama ne yazık ki halen, tüm söylemin aksine kurgu finans kesimindekilerin canının yanmaması üzerine yürüyor. Hatta idare, reel sektör ve bankalar batsa da, kamu bütçesine bir şey olmayacağına inanıyor.
Borç Bakkal Hasan’a olsa, borcu yapan ödesin. Ama yurtdışından gelen her kuruş belli teminatlarla geliyor ve reel sektör ödemezse bankalara, bankalar ödemezse de devlet güvencesi nedeniyle kamuya kalacağı açık. Türkiye’nin vakit kaybetmeden bu sorunu masaya yatırması gerekiyor.
IMF’nin raporuna ve yıllardır bu doğrultuda iddialarda bulunan ekonomi yönetimine gelirsek şunu söylemek lazım. Birincisi reel sektörün borçları elbette önemli… Ama bunun kat be kat fazlası ve döndürülmekte zorlanmaya neden olan mali kesimin borçları.
Bu kesimin borcunu ve kumar ekonomisiyle yaratılan emlak başta olmak üzere balonları gizlemek için çaba harcamayın. Filmin sonunda hepsi Türkiye’nin borcu olacak. Bu nedenle finansçı söylemleri bırakıp, bir an önce sorunu kabul ederek çözüm yolları arayın.
Yoksa bu işler ekran karşısında ‘KOBİ’ diye masallar anlatıp, kuliste sorulduğunda ‘batan batsın, bana ne’ demekle çözülmüyor. En azından bunu anlamışınızdır umarım.
Çetin Ünsalan