Maddi ve manevi bütün varlığını milletine adadı… Dönemin yasalarına göre kız kardeşi Makbule Atadan en büyük mirasçısıydı! Özel yasa çıkarıldı. Kız kardeşinin oturduğu ev bile ölümünden sonra hazineye devredildi… 12 Haziran 1937 yılına kadar bütün devir işlemleri tamamlandı. Bu tarihten sonra dikili ağacı bile yoktu… Orhan Çekiç, “1938 Son Yıl” adlı eserinde bu durumu şöyle betimliyor: “Özel yasa çıkarttırarak nesi var nesi yok milletine bağışlayan bir devlet adamına ne Atatürk’ten önce ne de sonra bir daha rastlanmadı! (sayfa158)”
O’NA SALDIRANLARIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
Düşman postalları altında inim inim inlerken kendisini kurtaran kahramanına ve ülkesinin kurucusuna sırtını dönen zavallılara sadece acınır! O’na ait eserleri yok eden kör bir karanlığa dünyanın beş kıtasında da rastlayamazsanız… Üstelik bir de heykellerini ve anıtlarını yıkma noktasına gelmişseniz, sosyoloji ve psikoloji de dâhil dünyadaki hiçbir bilim dalı bu davranış biçimini açıklayamaz!
İsterseniz, bugüne geçmeden biraz geriye dönelim… Atatürk’ün henüz hatıraları bile canlı iken, insan evrimine direnen gerici bir kesimO’nun heykellerine saldırmaya başladı. Yasal boşluk nedeniyle çirkin saldırılar ciddi bir boyut kazandı! Bir yasa ile bu yüz kızartıcı durumun engellenmesi yönünde düşünceler kamuoyunun gündemine girdi ama…
Türk Parlamentosu’ndakiahde vefa duygusu yüksek (!) milletvekillerinin muhalefeti nedeniyle, “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkarılamadı! İlgili kanun, 7 Mayıs 1951 günü 146’ya karşı 141 oyla reddedildi. Demokrasi aşığı (!) mebuslar, “Kişiye özel kanun olur mu?” dediler. Ret oyu veren 146 milletvekilinin mirasını temsil edenler, bugünlerde “ kişiye özel kanunların” daniskasını çıkarıyorlar! Bu kanun, doğuştan bizden olmayan ama Türk’e her vesile ile kol kanat geren Ord. Prof. Dr.Ernest EduardHirsch’in(1902-1985) ön ayak olması ile Meclis’ten güçlükle geçebildi.
Prof. Hirsch, çok bilen (!) milletvekillerine şunları söyledi: ”Hayatta olmayan bir kişi için nasıl ayrıcalık olur; biz burada bir devlet kurucusunun manevi şahsiyetinden bahsediyoruz!” Peki, Prof. Hirsch kimdi? Bu efsane hukuk âlimi, Nazi zulmü nedeniyle Türkiye’ye gelmiş, İstanbul Üniversite’si ve Ankara Üniversite’si Hukuk Fakültelerine büyük katkılarda bulunmuştu. Türkiye’yi ikinci vatanı olarak gören bu saygın hukukçu TC vatandaşlığına da geçmişti…
BU KADAR DA OLUR MU?
Falih Rıfkı Atay’ın (1894-1971) şu sözlerihiçbir zaman hafızamdan çıkmadı. Ulu Önder Büyük Taarruzdan sonra henüz Ankara’ya dönmeden muhalefet başlamıştı. Söylentiler yayılıyordu: “Yunan’dan kurtulduk ama Mustafa Kemal’den nasıl kurtulacağız! “Ah! Bir kurşun, son Yunan kurşunu Mustafa Kemal’in göğsüne saplanamaz mıydı?”
Atay isyan ediyordu. “Doğu böyledir, dostlarım. Doğu’da kin kolayca hıyanete kadar götürür… Doğu kini, vicdanları saran bu kanser! Kanserlerin en habis soyu…”
Bu eğilimin günümüzdeki temsilcileri hiç de az değildir! Ürdün Kralı Abdullah, Mart 2013’te Türkiye’yi ziyaret eder. Anıtkabir’de bu yüce kişilik karşısında duygularına hâkim olamaz, gözyaşları sel olup akar. Daha sonra bir dergiye verdiği demeç malum çevreler tarafından hoş karşılanmaz! Hükümet sözcüsünün açıklaması ise şaşkınlık yaratır: “Bu adamın böyle söyleyeceğini Anıtkabir’deki gözyaşlarından anlamıştım!”
DÜNYAYI O’NUN IŞIĞI AYDINLATIYOR
Acaba, içimizdeki nankörlerin dudak büktüğü, arka arkaya heykellerini devirdiği, hatta kurduğu Fırka’nın bile sırtını döndüğü Atatürk’ü dünya nasıl görüyor? UNESCO (BM Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı), 1976 yılında 152 üye devletin karşısına bir teklif ile çıkar. Teklif, bütün dünyanın hayranlık beslediği, büyük bir sevgi ve saygı duyduğu Atatürk ile ilgilidir: ”Üzerinde çalıştığımız bütün projelerin isim babası Atatürk’tür. O’nun 100’üncü doğum yılı olan 1981 yılında Atatürk’ün, bütün üye ülkelerde eş zamanlı olarak anılmasını öneriyoruz.”
152 ülke oybirliği ile teklifi kabul ederler. Ve derler ki: “Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba sarf etmiş üstün vasıflı, olağanüstü yenilikler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve istilaya karşı savaşan ilk önderdir. İnsan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı yapmayan, benzeri olmayan devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur.” Evet, bu fani dünyadan O’nun gibisi geçmedi!
Bakmayın siz O’na “kefere!” dediği için baş tacı yapılan mebuslara! “Dersim, Dersim” diyerek, O’na çelme taktığını sanan, emperyalist çetelere göz kırpan içimizdeki İrlandalılara! Türk’ün Atatürk’e sahip çıkmadığı iddiaları da doğru değildir. O’nun anılarını yansıtan bir belgeyi internette çok ısa bir süre içinde tam 10 milyon kişi paylaştı… Ölümünden 75 yıl sonra sıfırın altındaki buz gibi bir havada ve yoğun yağışa rağmen Anıtkabir’i dolduran 1,5 milyon kişi, herhalde Tanzanya’dan gelmedi!
Dünyadaki hangi lider böylesine güçlü bir sevgi seline mazhar olmuştur! Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ruhudur. O ruh ölümsüz olduğuna göre Türkiye de ölümsüzdür… İçerideki ve dışarıdaki hiçbir gafil ham hayallere kapılmasın!
En büyük eseri olan Cumhuriyet’i “fazilet” olarak tanımlamıştı. O’nun faziletli evlatları Vatan Cephesi’nde hem iç hem de dış düşmanlara karşı Vatan ve Cumhuriyet nöbetinde!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr