Pandeminin en sert zamanları… Mart ayının 11’inde ilk vaka ülkemizde de görülmüş, sonra vaka sayısı artarak devam etmiş. Oluşturulan Bilim Kurulu’nun tavsiyeleri doğrultusunda kısıtlamalar başlamış.
Türkiye’ye ‘evde kal’ çağrısı yapılmış. Hem de kimsenin gelir durumuna bakılmaksızın. İnsanları eve kapatıp sonra çaresiz bırakmak ne kadar yanlışsa, sağlık konusundaki mücadelede ‘evde kal’ çağrısı da o kadar doğruydu.
İşte o günlerde bir tartışma başladı. Evde kalan vatandaş gıda, temizlik gibi ihtiyaçlarına öncelik vererek alımlara başladı. Hatta kısa bir süre de olsa panik havası oluştu. Oysa bunu gerektirecek bir durum yoktu.
Bunun üzerine yetkililer yeterli gıdamız olduğunu, hiç kimsenin paniğe kapılmadan ihtiyacı kadar alım yapması gerektiğini söylediler. Bu da doğruydu… Herkesin gözünde elbette sağlıkçılar vardı. Ama birçok iş kolu gibi fedakârlık yapan sadece sağlıkçılar değildi.
Gıdanın teminini sağlayan tarladan perakendeye uzanan zincirin de hakkını yememek gerekiyordu. Çünkü onlar da üzerlerine düşeni yaptılar ve risk alarak tarlalarına koştular. Lakin arz güvenliğinin devamının da sağlanması şarttı.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nisan ayının başında çağrıda bulundu; bakanlıklarına da talimat verdi. “Ekmedik bir karış toprak bırakmayalım.” Bu da doğruydu. Zaten sektör de gereğini yaptı.
Çiftçi tarlasına çıktı ekmeye devam etti. Dağıtım kanalı zincirinin diğer aktörleri de maliyet artışlarına rağmen, özveriyle sistemi işletmeye devam ettiler. Günün sonunda gerçekten gıdada arz sıkıntısı yaşanmazken, tarımın ne kadar önemli olduğu konuşulmaya başlandı.
Ardından Haziran ayıyla birlikte kısmi normalleşme çalışmaları devreye girince, ekonominin aktörlerinin kontrollü bir biçimde işlerinin başına geçtiğini gördük. Bundan sonra süreç bizi nereye götürecek bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var ki; olayların heyecanıyla yapılan atılımlar, verilen beyanatlar çabuk unutuldu. Bunun en açık kanıtı, ‘ekilmedik tek toprak kalmasın’ çağrısına uyarak üretime son hız devam eden domates üreticilerinin bugün içine düştüğü durum.
Çağrıyı yapanlar; sonrasında işin devamını takip etmeyince domates üreticisi örneğin salça üreticisinin insafına terk edildi. Bugün tarlada 35 kuruşa satın alınmak istenen domates nedeniyle üretici iflas noktasına geldiğini haykırıyor.
Oysa o gün ne konuşulmuştu? Kooperatifler kurulacaktı; piyasa denetlenecekti; üreticiden tüketiciye kimse haksızlık yaşamayacak, mağduriyetle karşı karşıya kalmayacaktı. Ama işin heyecanı geçince yine yalnız kalan üretici oldu.
İşte aslına bakarsanız temel problem bu… Hemen her alanda gördüğümüz günlük politikalar ve ihtiyaçlar neticesinde verilen sözlerin unutulması, plansızca üretimlere yönlendirilmesi, sonrasında da üretenin yalnız bırakılarak, üretemeyecek noktaya getirilmesi.
Hiç kimse bana burada serbest piyasa teraneleri okumasın. Almanya’da, Fransa’da ya da dünyanın başka bir gelişmiş ekonomisinde bunu göremezsiniz. Fakat plansız üretim, plansız tüketimle birlikte anılınca, ortaya çıkan arz fazlası, sadece üreticiyi bir daha üretemez noktaya getiriyor.
Verilen teşviklerden dağıtılan kredilere kadar bu başıboşluk ve rastgelelik içinde hareket ettiğimiz için ekonomimizin beli doğrulmuyor. Şimdi çiftçinin merakı şu: Çağrıyı yapanlar ne yapacak?
Sakın alımdan ya da destekten bahsetmeyin. Zira o sadece bu seneyi kurtarır. Planlı bir ekonomiye geçmekteki bu direnci anlamak mümkün değil. Hem üreteni heba ediyoruz; hem tüketeni; hem de milli kaynakları.