Günahsız Türk Subaylarını eş ve çocuklarının gözleri önünde tutsak etmenin dayanılmaz hafifliği

Soner Polat Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Günümüzde İstihbaratın Anlamı:

Kurmay olan kendi neslimden subaylar arasında, hasbelkader istihbarat dünyasında en çok görev yapan subayım. Akademi mezuniyetimi müteakip uzun yıllar Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nda görev yaptım.

Önce Deniz Kuvvetlerine sonra da Genelkurmay’a İstihbarat Daire Başkanı olarak atandım. Yani, istihbarat restoranında önce aşçı olarak mutfakta çalıştım, sonra da restoranın müdürü oldum. Kendime göre önemli bir birikimim oldu.

Bana göre istihbaratın en iyi tanımını bir İngiliz tümamiral yaptı. Binbaşı rütbesinde iken, Ankara’da yapılan ikili istihbarat toplantısı münasebetiyle verilen bir kokteylde söylemişti: “İstihbarat, zifiri karanlık bir odaya tutulan el feneridir. Feneriniz yoksa odadaki masaya, sandalyeye, koltuklara çarparsınız.” Biz İngilizler, istihbarat olmadan tuvalete bile gitmeyiz!

Hem yurt içinde hem de yurt dışında, NATO dâhil birçok istihbarat faaliyetine katıldım. Önemli istihbaratçıların anılarını okudum. Casusluk özel ilgi alanım olduğundan, bu konudaki roman, film ve belgeleri titizlikle inceledim.

SSCB’nin yıkılmasından sonra tüm dünyada askeri istihbarat konsepti değişti. Çünkü açıklık esas alındı. Ülkelerin birbirlerini denetleyebileceği mekanizmalar kuruldu. Ülkeler denizcilerini, karşılıklı olarak gemilerinde geçici sürelerle görevlendirmeye başladı.

Bizim gemilerimizi Yunanistan’ın, onların gemilerini ise bizim önemli deniz üslerinde sık sık görmeye başladık. Her devlet caydırıcılık sağlamak için, özellikle askeri gücünün açık kaynaklarda yer almasını hedeflemeye başladı.

Peki, neyi mi öğrenmek isteriz. Birincisi, rakip ülkenin harp plânlarını. Elde edebilirsek, olası bir harpte kuvvetlerimizin etkinliğini en az üçe katlarız. İkincisi, kritik teknolojiyi, yani rakip hiç kimsenin bilmediği bir askeri üstünlüğü, bir harpte karşımıza çıkarırsa, sürpriz etkisi ile bize beklemedik bir fatura çıkarabilir. Üçüncüsü ise,harp edebilme yeteneğini. Mevcut insan gücü ile silahlarını hangi etkinlikle kullanabiliyor? Sayısal üstünlük, tek başına bir anlam ifade etmez.

Ülkemizdeki Askeri Casusluk Davalarının Çarpıklığı:

Askerleri hedef alan casusluk davalarında öne sürülen iddialar, hiçbir koşulda günümüz dünyasının askeri istihbarat hedefi olamaz. Hiçbir ülke, önemli bir fark yaratmayacak bilgiler için kendi saygınlığını tehlikeye atmaz.

Nesnel koşullar açısından değerlendirildiğinde, doğru da olamaz! Çünkü dünya tarihinde 300-500 kişinin karıştığı bir casusluk olayı mevcut değildir. Böyle bir olgu istihbaratın doğasına aykırıdır. Casuslukta çoğunlukla bir, ender olarak 2-3 verici ile bir alıcı olur. İlgili istihbarat teşkilatı da olayı uzaktan izler.

Kişiliği ve karakteri zayıf, zaafları olan bir kurban bulunur. Ya maddi bir çıkar veya fiziki bir tatmin koz olarak kullanılır, ya da toplumun özgün ahlak değerlerinin kabul etmeyeceği, tespit edilen bir aykırı davranış şantaj malzemesi yapılır. Eğer, 300-500 kişiden bahsediyorsanız, bu komedi filmlerinin bile konusu olamaz!

Deniz Kuvvetleri’nde bu davaya ismi bulaştırılan bazı subayları, bizatihi emrimde çalıştıklarından çok iyi tanıyorum. Olağanüstü koşullarda ve ağır baskı altında performanslarına tanık oldum. Bu subayları, acımasız işkencelere maruz kılsanız bile, değil ihanet, ulusal çizginin bir milimetre bile gerisine çekemezsiniz.

Casusluk Konusunda Ülkece Ne Kadar Duyarlıyız:

Madem casusluk konusunda ülkece bu kadar duyarlıyız (!), şimdi size gözlerimle gördüğüm, ellerimle tuttuğum gerçek bir olayı anlatayım. Hızlı, cesur ve acar gazeteci Mehmet Baransu’nun bavulunda Türkiye’nin Yunanistan’a yönelik askeri harekâtı ile ilgili bilgileri de içeren, kozmik, yani çok gizli Egemen Harekât Plânı bulunuyor.

Bu plânın bir sayfasının bile fotokopisini çekmek ağır bir suçtur. Bu plâna Balyoz davasının ek delil klasörlerine girerek kolaylıkla ulaşılabilir!

Missionaccomplished! (Görev başarı ile tamamlanmıştır!) Çünkü Yunan basınında yer alan haberlere göre Yunanistan, muhtemelen bu plân karşısındaki zafiyetini gidermek üzere 15 kilometre uzunluğundaki hendeği, 120 kilometreye çıkarmaya karar vermiştir. Almış olduğu diğer tedbirleri ise, doğal olarak bilmiyoruz. Muhtemelen bu olay Yunanistan’ın tarihindeki en büyük istihbarat başarısıdır.“Amiralim biz de plânı değiştiririz!” diyebilirsiniz. Ama coğrafyayı değiştiremezsiniz. Ayrıca plân en uygun hareket tarzına göre yapılır. Demek ki artık en uygun hareket tarzını seçme şansını kaybettiğinizi kabul etmek zorundasınız.

İsterseniz, casusluk konusunda tüm kurumlarımızın ne kadar duyarlı (!) olduğunu başka örneklerle açıklamaya devam edelim.

Donanma Komutanlığı Askeri Savcılığı, 21 Ocak 2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 2010/40 talimat sayılı bir yazı gönderir. Bu yazıda teslim edilen harddisk’te 3 adet gerçek harekât plânının bulunduğu bildirilir. KDV olarak da Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi (TÜMAS) ve Milli Güvenlik Kurulu tutanakları vardır. Ayrıca, bu harp plânlarına, “CMK’nın 125’inci maddesi gereğince işlem yapılması” talep edilir. Bu maddeye göre plânlar, sadece mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından incelenebilir!

Ancak maalesef bu harddisk tedbir alınmadan, imajının alınması ve incelenmesi için polise gönderilir. Polislerin bu plânlara erişim yetkisi yoktur. Yanlış anlaşılmasın! Bu plânları cihet-i askeriyede de her önüne gelen göremez. Plân ciddi bir iştir. Ancak yetki verilen ilgili kişiler plânlara nüfuz edebilir. Polis incelemesinden sonra plânlar ek delil klasörlerine konulur. İnceleme yapan polislerin çoğunun hükümet tarafından dağıtıldığını biliyoruz. Artık dilekçeyi bastıran avukat bu plânların sahibidir. Bu da “KOZMİK ÇOK GİZLİ” harp plânlarının kamuya mal olduğunu anlamına gelmektedir. Pusuda bekleyen yabancı istihbarat örgütlerine gün doğmuştur.

Bu konuda sicilimiz o kadar temiz ki (!) örnekleri çoğaltırsak değil bir makale, kalın bir kitabın içerisine bile sığdıramayız. Çok uzatmadan gazetelere yansıyan son birkaç örnek verelim.

Taraf gazetesi 6 Mart 2013 günü, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na ait bir plânın detaylarını yayımladı. Bu planda, olası bir düşman işgalinde görev alacak vatandaşlarımızın listesi de yer almaktaydı. İşin ilginç tarafı bu raporu TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu, muhtemelen MİT’ten almış ve Zirve yayınevi davasına bakan mahkemeye göndermişti.

Ülkeyi savunmanın suç sayıldığı günlere girilmişti. Plânların delik deşik olduğu, TSK’nın kripto odalarının kevgire döndüğü bu gelişmelerden sonra, hangi sivil yurttaş gönüllü olarak savunma plânlarında yer almak isterdi. Taraf gazetesi listede ismi bulunanları, “kontrgerilla faaliyeti” içinde olmakla suçluyordu.

Aydınlık gazetesinin 28 Mart 2013 tarihli manşeti oldukça ilginçti: “Casus Belli! (diplomasi dilinde harp nedeni anlamı da var)” Manşet şöyle devam ediyordu: “İzmir’deki Casusluk Davası savcısı, Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren çok gizli askeri harekât plânlarını deşifre etti. Genelkurmay’ın, açıklanması güvenliği tehlikeye sokar uyarısına rağmen!”

Haberi incelemeye başlayınca daha da şaşıracaktım. TSK’ya ait hayati önem ve gizlilikteki çok sayıdaki harp plânına ait kroki ve harita gazete sayfalarında yer alıyordu. Denizci olduğum için gözüm ilk sayfadaki krokiye odaklandı: İzmir körfezindeki mayın döküş planı bile gazete sayfalarını süslüyordu. İzmir’de çok sayıda subayı hedefe oturtan İkinci Casusluk Davası gerekçe gösterilerek bu plânlar deşifre edilmişti.

Bir Ülkenin Gizli Plânları İşportaya Düşmeli mi?

Dünya tarihi, kadim çağlardan beri böyle bir olaya tanık olmamıştı. Bir devletin gizli harp plânları, krokiler ve haritalarla birlikte bir gazetenin ilk sayfasında yer alıyordu. Bu aslında devletin iflası anlamını taşıyordu. Aynı günlerde teröristlerin TSK gözetiminde ve korumasında ülke sınırları dışına çıkacağı tartışılıyordu. Bu da dünya tarihinde bir ilkti! Tüm dünyada bu iki olayın büyük bir şaşkınlık yaratacağını biliyordum. Bir istihbaratçının bu durumu, “Türk devletinin dağılma sürecine girdiği” şeklinde yorumlayacağı açıktı.

Ülke içinde bunların anlamını kavrayabilmek, önünde sonunda bir bilinç işiydi. Türk yargısı çok gizli plânları ortalığa saçmayı alışkanlık haline getirmişti. Daha önce benzer olaylar yaşanmasına rağmen, TSK bu konunun üstüne ciddi olarak eğilmiyordu. Ülkenin güvenliğinden sorumlu Bakanlar Kurulu ve hatta TBMM için bu açık ifşaatın fazlaca bir önemi yoktu! Meclis’teki muhalefet, yaşanan olayın ne olduğunu bile kavrayamamıştı. Devlet ve ordu kurma geleneği ile övünen bir millet için bu çok üzücü bir durumdu.

Türk halkı ağır vergiler ödeyerek savunma harcamalarını üstleniyor, ama dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş sorumsuzluk örnekleri sergilenerek, en gizli harp plânları altın tepsi içinde düşmanlarına sunuluyordu. Bu konuda TSK ve Türk Devleti en küçük bir tedbir almıyor, neredeyse her davada yeni bir plân ortalığa saçılıyordu.

Bu plânları bavullarla taşıyanlar, ek delil klasörlerine koyanlar, ortalığa saçanlar elini kolunu sallayarak muteber şahıslar olarak dolaşırken, yüzlerce masum subay, casusluk (!) iddiası ile tutuklu olarak yargılanıyordu.

Tüm Bu Yaşananlar Ne Anlama Geliyor:

Bence dünya tarihinin, antik çağlardan bu yana gördüğü en büyük çelişkilerden birisi buydu. Gazetenin manşetindeki gibi “casus belli” iken, günahsız insanların peşine düşmek, içinde bulunduğumuz acıklı durumun güzel bir göstergesiydi.

Bu durumun müsebbipleri kına yakabilirler! Bir ülkenin savaş plânının korunması, o ülkenin namusunun korunması anlamına gelir. Çünkü istenmemekle birlikte, bir savaş çıkması durumunda, arzu edilmeyen bir sonuçla karşılaşılırsa, ayaklar altında kalacak olan milletin şeref ve haysiyetidir.

Böylesine açık, kesin, net ve sonuçları itibarıyla rakip ülkeye hayat öpücüğü sunan bir olay gün gibi açıktayken ve bu olaya isim bile konulamazken, siz “önemi tartışılır” belgeler ve imzasız dijital verilerle, Arşimet gibi haykırarak, “casus buldum casus buldum!” diye yüzlerce subayın peşine düşüyorsanız, o ülkede:

Vicdanı olan bir kamuoyu yoktur!

Ulusal bilinç ve ülkeyi savunma refleksi yoktur!

Sorumlu basın yayın organları yoktur!

Demokrasinin olmadığı Uganda’da, Patagonya’da bile böyle yaman bir çelişki olamaz!

Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere, Türk yargısı ve ülkedeki tüm anayasal kurumlar bu rezalete bir an önce son vermelidir. İhanetin kaygısızca keyif sürdüğü, yurtseverliğin ise demir parmaklıklar arkasına kapatıldığı bir ülke geleceğe güvenle koşamaz!

Amiral Soner Polat

Tüm yazılarını göster