Ortadoğu’da kalıcı ve temel sorunların ana kaynağı İsrail-Filistin meselesidir. Bu sorun sahası çözülmeden Ortadoğu’da ve Arap dünyasında sürekli bir barış ve istikrar asla tesis edilemez. Bu nedenle, gerçekçi olmak gerekirse, Ortadoğu’da huzur ve mutluluk Kaf dağının ardındadır.
Semavi dinler tarihi, bir ölçüde Hıristiyan-Yahudi çelişkilerini, çekişmesini, açık ve örtülü savaşlarını nakleden bir tutanaktan başka bir şey değildir. Bu iki dinin mensupları asırlarca kıyasıya bir mücadele içine girmiş, fırsat çıktığında birbirlerini boğazlamaktan çekinmemişlerdir.
Hıristiyanlar her ne kadar sayısal üstünlükleri ve devlet gücü ile Yahudileri ezmek istemişlerse de, Yahudiler kurulan Hıristiyan devletlerin karar mekanizmalarına bir şekilde sızarak denge kurmuşlar, tarihsel ve coğrafi olarak farklılıklar arz etse de, belirli ölçülerde hak ve çıkarlarını koruyup kollamayı başarmışlardır.
Türklerin Saray bürokrasisi ve ordunun yönetim kademelerinden dışlandığını dikkate alır ve projektörlerimizi hassas alanlara odaklarsak, Osmanlı Devleti’nde bile Hıristiyan-Yahudi savaşlarının nasıl öldüresiye sürdüğünü kolaylıkla görebiliriz. Yunan ordusu Balkan Savaşı’nda elini kolunu sallayarak Selanik’e girdiğinde, Yahudi mahallelerinde aniden yangın çıkıvermişti. Yunan ordusunu kovalayan kahraman Türk Ordu’su İzmir’e girdikten kısa bir süre sonra da Rum ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı mahalleleri büyük bir yangın küle çevirmişti!
Hıristiyan-Yahudi kavgası o kadar şiddetli ve keskindi ki roman dünyasının taçsız kralı olan ünlü Rus yazar Fyodor Dostoyevski (1821-1881) bile bu tartışmaya kayıtsız kalamamış ve şunları söylemişti: “Dünyada bizim bildiğimiz devletlerin dışında ve üstünde başka bir devlet olmasaydı, Yahudiler böylesine güçlü ve sistematik saldırılara karşı direnemezlerdi!”
Müslümanların, aslında bu kavganın dışında olup bütünüyle günahsız oldukları öylesine belirgindi ki İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben Gurion’un (1886-1973) dönemin Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldmann’a (1895-1982) söylediği şu sözler bu gerçeğin altını çiziyordu: “Eğer bir Arap lider olsaydım, İsrail ile kesinlikle barış yapmazdım. Bu çok tabii bir şey; biz onların ülkesini ellerinden almışız… Doğru, biz İsrail’den gelmişiz ama 2000 yıl önce. Bu onlar için ne ifade eder ki? Anti-Semitizm, Naziler, Hitler… Bunların hepsi gerçek. Ama bunda Arapların suçu ne? Biz buraya gelmişiz ve onların topraklarını çalmışız. Bunu neden kabul etsinler ki!”
Hıristiyan dünyası, Yahudilere Arap coğrafyasında bir devlet alanı yaratarak, kendi sorununu ustalıkla İslam âlemine transfer etmiştir. Hıristiyanlar Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletinin Müslüman ülkelerde büyük bir çalkantı ve sürekli bir istikrarsızlık yaratacağını çok iyi biliyorlardı. Böylece bir taşla birkaç kuş vurma imkânına kavuştular.
Ticari zekâları ve mali piyasalardaki olağanüstü yetenekleri nedeniyle baş edemedikleri Yahudiler için ayrı bir çatışma alanı yarattılar. Hıristiyan-Yahudi savaşını, Müslüman-Yahudi savaşına çevirdiler. Sürekli istikrarsızlık nedeniyle zengin hidrokarbon yatakları ile dolu Ortadoğu’ya müdahale için kendilerine altın fırsatlar yarattılar. Müslümanları Yahudilere, Yahudileri Müslümanlara karşı kullanarak her iki tarafı da kendilerine bağımlı bir hale getirdiler. Yahudi tehdidini maharetle kullanarak Arap dünyasında çatlaklar yarattılar. Böylece darmadağın olan Ortadoğu’da diledikleri gibi at koşturdular.
Hıristiyan Batı dünyası bu kargaşadan öylesine büyük faydalar elde etti ki şimdi de bölgede bağımsız bir Kürdistan devleti yaratarak ikinci bir İsrail kurmak, böylece İsrail’in üzerindeki baskıyı azaltmak ve Ortadoğu’daki hegemonyasını sorunsuz olarak devam ettirmek istiyor.
Şimdi de Gazze’ye dönelim. 400 kilometre kare alana sahip olan Gazze, yaklaşık Bakırköy ilçemiz kadar bir sahayı işgal ediyor. İsrail tarafından karadan, havadan ve denizden kuşatılmış durumda. Sadece güneyinde Mısır ile bağlantısı var. Nüfusu 1,6 milyon civarında. Kilometre kareye düşen insan sayısı açısından dünyanın en kalabalık bölgesi. 1967 yılından bu yana, 47 yıldır İsrail işgali altında. 15 yaşının altındaki çocukların yaklaşık yüzde 30’u idrarını kaçırıyor. Bu yaşın altındaki çocuklarda genel bir psikoloji bozukluğu, içine kapanma, işitme ve konuşma sorunları var. Dünyanın belki de en çileli bölgesi. Maddi çöküntünün yanı sıra ağır manevi baskı altında inliyorlar.
Gazze tamamıyla İslami öğeleri öne çıkaran HAMAS (Hareket-ül Mukavemet- ül İslamiyye)’ın denetimi altında. HAMAS, Filistin Kurtuluş Hareketini kendi içinde bölmek ve İsrail’e karşı ortak ve tutarlı bir politika oluşturulmasını engellemek amacıyla İsrail tarafından kurduruldu. İsrailli General İzak Segev, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve komünistlere karşı bir denge oluşturmak maksadıyla Gazze’deki İslamcılara yardım ettiklerini açıkça itiraf etmişti.
Daha önce değişik isimlerle faaliyetlerini sürdürmüş olmakla birlikte, genel olarak 1987 yılında kurulduğu kabul edilen HAMAS, geçen yıllar içinde kendine özgü bağımsız bir yol izlemiş ve İsrail’e karşı terör eylemlerine de başvurmuştu. Bu nedenle İsrail, HAMAS’ın kurucusu kabul edilen Şeyh Ahmed Yasin’i (1937-2004) 22 Mart 2004 tarihinde düzenlediği bir hava saldırısı ile öldürmüştü.
Tüm bu gelişmelere karşın, İsrail HAMAS’tan taktik düzeyde darbeler yemişse de stratejik düzeyde çok önemli kazanımlar sağlamıştır. HAMAS, beklenildiği üzere Filistin Direniş Hareketini bölmüş ve en önemlisi, asla barıştan yana olmayan İsrail’e müzakere masasından kaçabileceği çok önemli kozlar vermiştir. İsrail bu sayede 1993 yılında başlayan Oslo Barış Görüşmeleri sürecini istediği kilitlenme noktasına getirebilmiştir.
İsrail, Batı ülkelerinin de yoğun desteği ile HAMAS’ın eylemlerini NATO da dâhil olmak üzere hemen hemen tüm uluslararası örgütlerde terörist faaliyet olarak tescil ettirmiş ve böylece HAMAS terörist bir örgüt olarak damgalanmıştır. Böylece İsrail, çocuk ve kadınları da hedef alan, orantısız güç kullandığı kanlı ve kirli savaşlarının üzerine “terörle mücadele etiketi” yapıştırmış ve bu şekilde insanlık dışı eylemlerini maskelemiştir.
HAMAS, Mısır tarafından da İsrail’i yıpratma ve zayıflatma yönünde çok önemli bir vasıta olarak görülmüştür. Bu nedenle Mısır, ortak sınırı bulunmasının avantajıyla örtülü olarak HAMAS’a silah ve cephane de dâhil olmak üzere her türlü yardımı yapmıştır. Bir taraftan İsrail ile barış karşılığında ABD’den aldığı 40 milyar doları kasasına koyan Mısır, diğer taraftan ebedi ve ezeli düşmanı İsrail’in üzerine HAMAS’ı salarak savaşını başka yollarla sürdürmenin arayışı içerisine girmiştir.
Emperyalist Batı (ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya)’nın bebek, çocuk ve kadınları acımasızca öldüren ve ordusu olmayan bir topluluğa karşı silahlı kuvvetlerini kullanan İsrail’e destek vermesi, bu vahşet için önceden Batı ülkelerinin onayının alınmış olduğunun bir emaresidir. Bu ise Gazze harekâtının genişletilmiş post modern bir haçlı seferi olduğunu göstermektedir. Hıristiyanlar, bu kez Yahudilerle birlikte Müslüman katliamına girişmiştir.
Suriye’de ve Irak’ta bütünüyle İsrail yanlısı politikalar izleyen, Irak’ta ABD askerlerinin başarısı için duacı olan, Suriye’de on binlerce Müslümanın ölümüne dolaylı olarak katkı sağlayan, Kürecik’te İsrail’i korumak için ikaz bilgileri verecek radar sistemlerinin kurulumuna izin veren, her türlü askeri ve ekonomik faaliyette İsrail yanlısı bir tavır alan Türkiye’nin tepkileri, stratejik olarak değil, ancak iç politik dinamiklerle açıklanabilir. Eğer, devlet düzeyinde bir tepki verilecekse, bunun diplomasideki ve uluslararası ilişkilerdeki dereceleri bellidir.
Son kerte deneyimsiz ve ilkesiz yöneticiler tarafından idare edilen HAMAS, uluslararası dengeleri ve aleyhindeki olumsuz atmosferi algılayamadı. Hizbullah’tan Lübnan’da yediği ağır sopadan sonra İsrail’in hem kendi iç kamuoyuna hem de rakiplerine gövde gösterisi yapmak için fırsat kolladığını süzemedi. Bütünüyle tecrit edilmiş ve dar bir kıyı şeridine sıkıştırılmış bir askeri coğrafya ortamında çok fazla hareket tarzının olamayacağını anlayamadı. Mısır’ın zor durumlarda ortadan kaybolacağını, Türkiye’nin Batı çizgisi dışına çıkamayacağını öngöremedi. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yapmış oldukları ihanet sonrasında antiemperyalist İslami kanadın kendilerine kuşku ile baktığını anlamak istemedi. (Karargâhını bile Şam’da kuran HAMAS lideri Halit Meşal Temmuz 2012’de Kahire’de şu demeci vermişti: “Suriye’de Baas rejiminin yıkılması imanımız gereğidir!” )
Emperyalist Batı ülkelerinin örtülü desteği ile şoven ırkçı devlet İsrail’in ağır ve acımasız saldırılarına maruz kalan, kendi yeteneksiz yöneticilerinin günahlarının bedelini ödeyen, tüm dünyadaki din kardeşlerinden kuru gürültüden başka somut hiçbir destek alamayan Gazze’deki çaresizlerin dramı insanlığın, ama öncelikle de Müslüman dünyanın en büyük ayıbıdır.
Maddi dünyanın vahşi, bencil ve acımasız değerlerini temsil eden ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa, nam-ı diğer mahşerin dört atlısı, insanlık onur ve haysiyetinin önündeki en büyük engeller olduklarını Gazze saldırılarına yeşil ışık yakarak bir kez daha gösterdiler. Emperyalizme karşı mücadele verilmeden insanlığın kurtarılamayacağı Gazze vahşeti ile belgelendi. Venezuela, sözde değil özde tepki göstererek İsrail büyükelçisini sınır dışı etti. Venezuela’nın büyük devrimci lideri -Toprağı bol olsun!- Hugo Chavez’in sözleri ile yazımızı noktalayalım: “İnsanlık açsa, açıktaysa, yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyorsa, bunun tek sorumlusu ABD canavarının beslediği soysuzluktur. Yeneceğiz, vicdanlı insanlar mutlaka galip gelecektir.”
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr