Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, dünyanın milyarder firmalarının katıldığı ve IMF Başkanı Lagarde’nin de icabet ettiği toplantıda, Türkiye’nin IMF’ye ihtiyacı kalmadığını ve istenirse bakiye olarak gözüken 2,3 milyar dolarlık borcun ödenmesinin ardından yolların ayrılabileceğini söyledi.
Şimdi bu beyanatı bir kenara not alın. Ardından konuşan IMF Başkanı dünyadaki ekonomik daralmaya işaret etti ve en önemlisi Avrupa pazarının resesyona gireceğine dair öngörüsünü paylaştı. Lagarde arkadan da ekledi: ‘Yüzde 4 büyümeyi yakalayıp, cari açığı azaltın ilk tebrik eden ben olacağım.”
O zaman Türkiye’nin büyüme yapısını tekrar masaya yatırmak lazım. Yıllardır ‘başarılı’ palavrasıyla gözümüzün boyandığı ekonomi iki temel taş üzerinden büyüme gerçekleştiriyor. Sıcak para ve ithalat…
İthalat kalemimiz içinde de en önemli payı, ihracat yapmak için kullandığımız ara mamul ve hammadde oluşturuyor. Yani dış ticaretimizin sağlıksız yapısından dolayı üretip, mal sattıkça cari açığımızın da artmasına neden oluyoruz. Öyle ki tüm ihracat geliri, hammadde alımının yüzde 77’sini karşılayabiliyor.
Geçtiğimiz ay Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mehmet Büyükekşi, bu sene eskiye oranla daha zor ihracat yapılabileceğini söyledi. Nitekim ekonomik göstergeler, en büyük pazarımız olan Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik açmaz ve IMF Başkanı’nın resesyon uyarısı da bunu doğruluyor.
Yani ihracattaki zorlanma, otomatikman dış ticarette bir gerilemeye ve talebin düşmesi neticesinde bir cari açık düşüşüne neden olabilir. İç pazarda bu malların tüketilmesi ve bu yolla büyüme elde edilmesi mümkün mü?
Yılın ilk üç ayında ödenmeyen çeklerdeki yüzde 354’lük artış, piyasadaki tahsilât sıkıntısı ve ithal ikameli malların iç pazardaki hakimiyeti, perakende noktalarının da finans kuruluşlarının da yabancıların eline geçmiş olması, yerli üreticiye buradan da imkân bırakmıyor.
Peki büyüme nasıl sağlanacak? Buna olanak tanıyacak başlıklardan biri sıcak para. O zaman Zafer Çağlayan’ın açıklamasına dönelim. Hadi IMF ile yollarınızı ayırın, ona efelenin de para spekülatörleri gelip size borç versin. Bu ekonomik yapı içerisinde Çağlayan’ın yaptığı neymiş? Ucuz kahramanlık…
İkinci alternatif ki, Çağlayan da biraz cesaret veren ve ekonomi yönetiminin de eğilimli olduğu başlığı bu oluşturuyor. 2B, yabancılara toprak satışı ve özelleştirmeyle birlikte çekilecek Arap sermayesi. Bu para gelir mi gelmez mi bilinmez. Ama gözüken o ki, bu sene hedeflenen büyümeyi yakalamak, bu temel üzerine kurgulanmış.
Yani 10 yıldır, şımarık mirasyedi gibi davranan ülkemiz büyümesini elde avuçta olanı satıp, her şeyi özelleştirip, sonra da yemeye bağlamış durumda. Gelecek kuşaklara büyük bir ihanet olmasının yanında bu tavır, çözümsüzlüğün ve başarısızlığın da resmidir. Özetle Türkiye’nin büyümesi satılıktır. Peki diyelim ki bu sene satıp, savıp yedik. Seneye ne olacak? Uyanın artık.