Gezegendeki kargaşa, bozgun ve sömürünün en önemli nedeni, erkek egemen bir toplum düzeninin tüm dünyada, hiçbir dirençle karşılaşmadan hüküm sürmesidir. Tarihsel süreçler içinde erkek önce kadının, sonra ailenin ve nihai olarak avcı-toplayıcı yaşantıdan yerleşik bir düzene geçildikten sonra toprağın mülkiyetini ele geçirmiştir. Erkekler kadını hemen her alandan dışlamış, kendi ihtirasları, zorbalıkları ve korkularına dayanan düzenler kurmuşlardır.
Böylece insanlık, kadının tabiata daha uyumlu, bencilliği duyguları ile yenen, baskı ve zorbalığa doğası nedeni ile karşı çıkan birikimden mahrum kalarak yaşamak zorunda kalmıştır. Ayrıca kadının iç dünyasının bir yansıması olan zarafet ve estetik değerler de tüm insanlığa mal olamamış, kaba saba uyumsuz insan kalabalıkları her yeri doldurmuştur. Bu ise direnç alanlarının yeşerip filizlenmesine olanak tanımadığından baskı ve sömürüye dayanan düzenlerin kalıcı olmasına neden olmuştur.
Ünlü Amerikalı yazar William Faulkner’ın (1897-1962) bir Güneyli gözü ile ABD iç savaşını (1861-1865) yansıttığı “Yenilmeyenler” adlı yapıtında kadının erkeklere nazaran çok daha güçlü olan direnme yeteneği ustalıkla nakledilir: “Erkekler boyun eğip Birleşik Devletlere katılmayı kabullenmişler, ama kadınlar asla teslim olmamışlardı!”
Aynı eserde aşırı dindar olan ama nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, haksızlık konusu olan her şeye bütün gücü ile karşı çıkan ve bu yolda ölesiye mücadele eden Anneanne’nin Tanrı’ya yakarışı, bu konuyu anlamlı bir şekilde gözler önüne serer: “İlkin adalet uğruna günah işledim. Daha sonra adaletten öte şeyler uğruna; senin kendi çaresiz kullarını doyurmak, giydirmek için günah işledim. Kazandığım her şeyi onlarla paylaştım. Evet, bir kısmını alıkoydum. Ama benim de bakmak zorunda olduğum yetim çocuklarım var. Senin gözünde bu bir günahsa o da benim boynuma olsun!”
Ülkemizde de yurtsever insanları hedef alan haksız davalara yönelik tepkiler, gezi parkı yürüyüşleri ve milli bayramlarımız için yapılan çeşitli düzeydeki kutlama ve gösterilerde en ön safları hep kadınlarımız doldurmuştur. Sezgileri ve duyguları ile toplumun önündeki tehlikeleri kavramış, yüreklerini akılları ile birleştirerek harekete geçmişlerdir.
Tüm ülkeler için geçerli ve her açıdan ispatlanması son kerte kolay olan altın bir kural vardır. Bir ülkede kadınlar,yasalara dayanmadan, toplumun rızası ve genel kabulü ile ne kadar özgür, saygın ve değerli ise o ülke o kadar çağdaş ve zengindir. Çünkü kadının yaratıcı gücünü kullanmayan bir toplum her işe ortalama yüzde elli kayıpla başlar. Ayrıca, çocukları da kadın yetiştirdiğinden, dışlanan kadın çocuğuna özgür bir irade ve mücadele ruhu aşılayamaz. Kendi korku ve kaygılarını çocuğuna transfer eder. Otoriteden ödü patlayan kimliksiz ve kişiliksiz nesiller yetişir. Büyük şair Ziya Gökalp, “Aile” adlı şiirinde konuyu özlü bir tarzda nakleder:
Bir kız işte yarım erkek, izdivâçta dörtte bir
Bulundukça ne âile, ne memleket yükselir.
Şimdi şu soruyu kendimize soralım: “Acaba, zengin doğal kaynaklarına rağmen İslam ülkelerinin Batı ve diğer ülkeler karşısında böylesine aciz ve zavallı bir duruma düşmesinde kadınları dışlamalarının hiç mi rolü yok?”“Acaba, kara çarşaf ve türbana hapsedilen kadınlarla doldurulan bir ülke geleceğe güvenli adımlarla koşabilir mi?”
Yeni CHP yöneticilerinin bir türlü anlayamadığı husus işte budur. Türban, gerçekte onu bütün kalbi ile sahiplenen kadınları da hedef alan bir kıyafet aksesuarıdır. Kadını, ya doğrudan ya da dolaylı vasıtalarla (toplum baskısı) hem kendi doğasından hem de toplumdan uzaklaştırmaktadır. Kadının özgüvenine, zarafetine ve yaratıcılığına takılan bir kelepçedir. Bu konuda devleti kuran bir partiye düşen görev, popülizmin tuzağına düşmeden, bu konudaki gerçekleri halka anlatmaktır.
Kamusal alanda türban takılmasının önünde yasal, anayasal ve hatta uluslararası hukuki (AİHM kararı) engeller varken, bu nedenle AKP dikkatli ve temkinli davranırken, Kemal Kılıçdaroğlu ve yeni CHP’liler, hiç de yeri ve zamanı değilken, sanki daha önce herhangi bir sorunu çözmüş gibi, “bu sorunu da biz çözeceğiz!”gibi gereksiz bir çıkışla, bu konuda AKP’yi cesaretlendirmişlerdir. AKP’nin ayaklarının altına kırmızı halıyı döşeyen CHP’dir. Hatırlayalım, konuyu kavrayan ve geleceği gören yazarlar Kılıçdaroğlu’nu uyarmışlardı: “Bu iş üniversite ile bitmez, önce orta ve ilköğretimi, daha sonra bütün toplumu sarar!”
Son dönemlerde türban, tahmin edildiği üzere tüm eğitim müesseselerimizi istila etmeye başladı. CHP’lilerin televizyonlardaki bağırış çağırışları da bence bir anlam ifade etmiyor.AKP’nin açmış olduğu bu yolun kaldırım taşlarını kendileri döşemedi mi? Dersimli Kemal ve arkadaşlarının bu sonuçtan memnun olup olmadıklarını bilmiyoruz ama söz verdikleri gibi bu sorunu da çözdüler! Eserleri ile iftihar edebilirler…AKP politikalarına teslim olan CHP’yi karanlık bir gelecek bekliyor ama bu topraklara bağlı milliciler mutlaka bir çıkış yolu bulacak. Karanlığın aydınlığı yeneceği günlere doğru hızla yol alıyoruz.
Kadınlarımız, yaşama sevincimiz ve geleceğe dair bütün ümitlerimizdir. Yaşama sevincimizi ve ümidimizi kaybedersek, kolaylıkla kurda kuşa yem oluruz! Onları toplumsal yaşamın içine sokmadan gidebileceğimiz yegâne adres, Ortaçağ karanlığıdır!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr