Bu ülkede ekonomi alanında etkin olan isimlerin daha ne kadar kendisini aşabileceğini merak ediyorum. Her seferinde daha büyük çılgınlık yapamayacaklarını düşünmeme rağmen, kendilerini aşabilme kabiliyeti gösteriyorlar.
Türkiye’nin yıllar içinde çok büyük hatalar yaptığı, tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilirken, üretim ekonomisine geçmemiz gerektiğini gün gibi ortadayken, bunun geçişinde bile aşılması güç engellerimiz söz konusuyken, halen üretim araçlarını haraç mezat meze edecek tekliflerle ortaya çıkıyorlar.
Ülkenin gelecek projeksiyonunun çizilmesi, öncelikli sektörlerinin belirlenmesi gereğine işaret ediyoruz; tarımın da mutlaka bunların başında gelmesi gerektiğini anlatıyoruz. Fakat yüzde 60’dan fazlası yabancıların elinde olan borsanın başkanı çıkmış, tarım arazileri üzerinden hesaplar yapıyor.
Borsa İstanbul Başkanı Himmet Karadağ bir teklifle ortaya çıktı. Tapu devirleri ve çeklerin, borsanın üzerinden işleyeceği bir sistem ile ilgili çalışma yürüttüklerini söyledi. Bu zaten başlı başına bir sorun. Fakat bundan daha da sıkıntı olan tarım arazileri için getirdiği öneri.
Karadağ, tarım arazilerinin toplulaştırılarak borsada alıp satılması istediklerini dile getirdi. Ziraat Bankası’nın varlık fonuna devriyle ilgili endişeler henüz giderilmemişken, Borsa İstanbul’un böylesi bir hedefle ortaya çıkması insanı ürkütüyor.
Bir dönem de KOBİ’ler üzerinden borsaya derinlik kazandırmanın peşine düşülmüştü. Fakat ilk kez bir sektörü toptan sistemin içine çekmek gündeme geldi. Biz üretime inananlar, ülkede tarım politikasının tekrar belirlenmesi, toprak rehabilitasyonunun yapılması, kooperatifçiliğin güçlendirilmesi, Almanya’daki gibi üretenin güçlendirildiği bir sistem kurulması gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz.
Sektörün mutlaka organize tarım bölgeleriyle katma değer üreten bir yapıya kavuşturulması gereğine işaret ediyoruz. Doğuda feodal yapının kırılması, üretenin toprağın sahibi olması, tarımın organize hale gelip, koordineli bir biçimde öne çıkması gerektiğini anlatmaya uğraşıyoruz.
Türkiye’de borsanın yapısına çok girmeye gerek yok. Hem SPK bu meseleye çok izin vermiyor; hem de zaten sistemin nasıl işlediğini sağır sultan bile bilir halde. Fakat bu kadar riskli bir yapıda, yatırımın ‘oynamak’ olarak telaffuz edildiği bir alanda, ülkenin geleceğinde en avantajlı sektörlerinden birini riske atmayı düşünmek bile söz konusu olmamalı.
Siz gidin borsanızla istediğiniz gibi oynayın. Önce gerçekten şirketlerin faaliyetleri neticesinde yatırımcı (!) değil, hissedar yaratın; sonra reel sektörün kritik alanlarını konuşmaya başlayın.
Ekonomi yönetiminin bu konuya izin vermeyeceğini umuyorum. Yetmedi mi bu ülkenin finans piyasalarını gerçek ekonomi zannettiğimiz? Geldiğimiz noktadan da mı ders almıyorsunuz?
Çetin Ünsalan