Borçlu olanın ya da çaresizce borç isteyenin en bilindik ifadesidir. Aslında sarf eden esnaf ise çoğu zaman da doğrudur. ‘Yeminle (!) para gelecek.’ Fakat çoğu zaman o para ya gelmez ya da gelen derde derman olmaz.
Eğer sadece borç ödemesi için süre istiyorsa sıkıntı tekdir. Ama bir de geçinmek için ekstradan para talebi varsa, tefecinin eline düşmüş demektir. Bundan sonra yapılacak çok şey de yoktur.
Türkiye’nin durumu ise ikinci şıkka giriyor. 2 binli yılların başında fonlara yüksek kâr teklif ederek para çeken, sonrasında o parayı üretmek için değil de, tüketmek için kullanan koca bir memleketin, medya üzerinden beklenti yöneten acziyetine tanık oluyoruz.
ABD’nin dünyaya para pompaladığı, getirip de Türkiye’yi soymadığı veya daha kibar deyimle yüksek kâr elde etmediği yıllarda sorun yoktu. Dışarıdakiler iktidara o kadar çok güveniyorlardı ki, ülkeye para yağdırıyorlardı.
Oysa ortada ne bir güven vardı; ne de olumlu bir tablo… Fonlar paralarını getiriyorlardı, çünkü dünyada elde edemeyecekleri kazançları bu ülkenin sınırları içinde, ülkeyi yönettiğini iddia edenler kemiksiz et gibi kendilerine sunuyordu.
Olumlu tablo da yoktu; çünkü uyuşturucu müptelası misali sürekli daha çok paraya ihtiyacı olan, bunun karşılığında da tavizleri yükselten Türkiye borçlanarak, riski gelecek kuşaklara öteliyordu.
Sonra takvimler 22 Mayıs 2013’ü gösterdi. FED kararını açıklamıştı. Sistemli bir şekilde piyasaya sürdüğü para miktarını azaltacak, sonunda da sıfırlayacaktı. Ülkedeki iktidar Gezi bahanesi ile bunu örtmeye çalıştı; ardından ‘faiz lobisi’ diyerek, 21 Mayıs 2013 günü kol kola olduğu çıkar gruplarına bayrak açtı.
Çapulcu, Gezici, lobici derken, FED’in bu kararından döneceği umuduyla yaşadılar. Ama olmadı. Sistematik bir biçimde para vermeyi bırakan Amerikan Merkez Bankası Ekim 2014 sonu itibariyle aylık 15 milyar dolara düşürdüğü parasal genişlemeyi sıfırlıyor.
Şimdi bu tayfayı aldı bir telaş… Çünkü bugüne kadar yapılan harcamanın karşılığı ortada yok. Sadece özel sektörün yurtdışı borcu 165 milyar dolar seviyesine çıktı. Hazine kayıtlarına göre toplamda yükümlülükler ile varlıklar, yani alacak ile verecek arasındaki fark 438 milyar dolar oldu.
Son bir ayda makyajlanmış rakamlarla Türkiye’den 2 milyar dolar para çıkış yaptı. Dışarıdan para gelmezken içeride sıkışan, ama FED’in faiz artırımı öncesi çıkmak isteyen parayı dizginlemek gerekiyordu. AB’nin para vereceği yalanına sarıldılar. Gerçekleşmesi halinde hangi sonuçları doğuracağını bile düşünmeden…
Ardından o fiyasko ortaya çıktı. Tüm uzmanlar AB’de bir krizin kapıda olduğunu, parasal genişlemenin de FED’inki gibi olmasının imkân dahilinde olmadığını belirttiler. Nitekim pazarı daralmaya giden AB tiyatrosu da bizim tayfanın beklenti yönetmesine yetmeyecekti.
Yine medya üzerinden şimdi de daha önce denedikleri, ama çok üzerinde durulmayan Rus parasını gündeme getirdiler. Rusya’dan Türkiye’ye para yağacakmış. Ambargo Gazprom fonunu Türkiye’ye yönlendirecekmiş. Doğru bile olsa adama sorarlar: Sende Ruslar’ın çıkarlarına ters bu Suriye politikası varken bu parayı nasıl bekliyorsun?
İşin özü gerçeklerle yüzleşmeme hastalığıdır; devekuşu sendromudur. Halen ülkeyi para gelecek beklentisiyle yönetmeye kalktıklarına göre de ‘ders alınmamış olduğunun kanıtıdır. Para falan gelmeyecek. Gelse de, soruna çare olmayacak. Kabul edin artık; oyun bitti. Bu milleti de daha fazla kandırıp, borçlandırmayın. Ayıptır…
ÇETİN ÜNSALAN
ulusalkanal.com.tr