Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Adıyaman’da önümüzdeki dönem teşvik sistemine ilişkin açıklamalarda bulundu. Açıkçası ortaya koyduğu yaklaşım ve ifadeler beni umutlandırdı. Bu kez son derece doğru bir noktadan meseleye yaklaşmış.
Fakat bugüne kadarki performansı ve açıklamalar içinde satır arasında kalan bazı söylemleri dikkate alınca, ‘ümitlendim ama endişeliyim’ demekten de kendimi alamıyorum. Zira sorunun farkına varıp, çözüm noktasında yine yalpalayan bir görüntü veriyor.
Öncelikle önümüzdeki süreçte katma değer yaratan üretimlere yönelim konusunda kesinlikle Bakan Çağlayan ile aynı fikirdeyim. Bilhassa mermer örneği çok çarpıcı… Çıkan mermer bloğu hammadde olarak 1’e satıp, 30’a almak Türkiye’nin kronik problemlerinden biri… Aynı örneği her sektöre yayabiliriz.
Peki neden endişeliyim? Mesela toplam dış ticarete baktığınızda ve üretimde kullanılan yerli payı katkı oranındaki yılları sair düşüşü dikkate aldığınızda, bundan böyle ‘otomotiv sektörünü desteklemeyeceğiz’ diyebiliyor mu? Derse, kutlanmayı hak eder.
Katıldığım noktalardan biri de kapasite fazlası olan sektörlerin teşvik sisteminde öncelik gösterilmeyecek olması… Yalnız bu geçişi yaparken sert frenler yapmamakta fayda var. Mesela istihdam özelliği ve dünyadaki konumu nedeniyle tekstil sektörünü aniden gözden çıkaramazsınız. Geçiş dönemi gerekir.
Doğru noktaya, doğru destek
Yine beni endişelendiren noktalardan biri de stratejik sektörlere, ülkenin neresinde olursa olsun teşvik vermek gibi sakat bir yaklaşım içinde olunması. Sektörlere mutlaka bölgesel ve sektörel özellikleri dikkate alınarak destek verilmelidir.
Yani Isparta Eğirdir’de turizmi ve elma üretimini destekleyebilirsiniz. Fakat salt stratejik diye burada enerji sektörü yatırımlarına yol verirseniz, kaş yapayım derken göz çıkarırsınız. Israrla bilimsel temel ve sanayiden işgücüne envantere bağlı sistemler kurulması gerektiğini söylememin ardında bu var. Yani altı yırtık çuvala, kısıtlı kaynağı atmayalım.
Bakan Çağlayan’ın önemsediğim vurgularından biri de ‘ithalatın Türkiye’nin kaderi olmadığı’ yönündeki söylem… Bence de bu bir kader değil, fakat uygulamalar kader haline getiriyor. Örneğin ithal edilen ama Türkiye’de üretimi olmayan imalatların teşvik edilmesi doğru ama elzem değil. Öncelikle ülkede üretimi olup da, ithalat nedeniyle ortadan kalkma riskiyle karşı karşıya olanları ele almak gerekir. Bunun için de sağılıklı bir envanter çalışmasına ihtiyaç var.
Mevcut envanter sağlıklı değil
Artık Bakan Çağlayan şunu kabul etmek durumunda ki, yaptıkları ve temel aldıkları sanayi envanterinin hiçbir geçerliliği yok. Zira reel sektör ile konuştuğunuzda verilerin hiçbirinin sağlıklı olmadığını görüyorsunuz. Yeniden ve TOBB gibi kuruluşlara yetki verilerek bir envanterin oluşturulması gerekiyor.
Bakan Çağlayan en sonunda mevcut ithalat ve dış ticaret yapısıyla bir yere gidilemeyeceğini anladı. Nitekim bunun tetiklediği cari açıkla bir yere gidilemeyeceğini söylemesi de bunu gösteriyor. Fakat yaklaşımı eski siyasileri aratmayacak düzeyde.
Diyor ki Bakan Çağlayan ‘enerji var da ben mi çıkartmıyorum.’ Yani söylemek istediği şu ‘petrol vardı da biz mi içtik?’ Kafa aynı kafa… Oysa mesela jeotermal enerjiye sahip bölgelere gidip, doğalgaz döşeyen kim?
Türkiye’de enerji verimliliğini slogandan öteye götürmek yerine, yalıtıma önem vermek, bu konuda tüketim kredileri yerine finans sektörünü buraya yönlendirecek teşvikleri uygulamak, mevcut yapıları izole ettirmek çözüm değil mi? Üstelik bunun maliyeti de yok. Satılamayacak binalara milyar dolarların gömülmesi yerine, bankacılık sisteminin getirisi olan noktalara finans sağlamasını temin etmek yeterli.
İşin özü şu: Ekonomi Bakanı tehlikenin farkında… Ama tam olarak ne yapacağı konusunda projesi yok. Sadece bu konuda bir fikri var. Lakin işin temeline bilim koymadığı için yine yalpalıyor. Ne yapmak istediğini biliyor, ama kulaktan dolma bilgilerle iş yapmaya çalışıyor. Bence gereksiz kompleksleri bir kenara bırakıp, bilimi temel alarak bir strateji oluştursunlar. Aksi takdirde korkarım yine ‘dağ fare doğuracak.’ Bu ülkeye yazık etmeyin…
Çetin Ünsalan
- - - -