4 Temmuz 2003. Yer: Süleymaniye. ABD’nin ulusal bağımsızlık günü. Amerikan askerleri sinsi ve kirli bir filmi sahnelemeye hazırlanıyor. Yerel bir şarlatana kameraman görevi verilmiş! Bu ucuz Hollywood taklitçisinin adı, Kubat Talabani.
Türk Özel Kuvvetler karakoluna kalleş ve haince bir baskın! Hilmi Özkök tarafından verildiği ileri sürülen direktif: “Mukavemet etmeyin!” Sonuç: Tim komutanı Binbaşı ve 11 Türk askerinin ellerinde kelepçe, kafalarında çuval. Süleymaniye’den Kürtlere göstere göstere Bağdat’a intikal. Amaç: Türk’ü aşağılamak ve Türkiye’ye mesaj vermek! Bağdat’ta ABD’ye ait bir hapishanede tam 60 saat sorgu.
Türk milletinin yüreğini sızlatan, utandıran, hüzün ve acı dolu günler. Türk tarihinin ilgili sayfalarını kusmak istediği yüz kızartan kesitler…
Günler, aylar geçer; baskına uğrayan askerlerimizin anıları basına sızmaya başlar: “Müdahale etseydik, Üçüncü Dünya Savaşı çıkardı!” İnsanın aklına şu soru gelir: Siz, devletin başı, genelkurmay başkanı mısınız? Kaçıncı dünya savaşı çıkarsa çıksın! Bırakın onu başkaları düşünsün! Cephedeki birlik onuru ve milleti için tetiğe basar; ölür ya da öldürür!
Tarih Baba’dan kıssa. Yıl 1919. Yunan İzmir’e çıkmaya hazırlanıyor. İstanbul hükümeti direktif verir: “Direnmeden teslim olun!” Sonuç: 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’nın elinde Yunan bayrağı ve bir Yunan teğmeni tarafından tokatlanarak Vilayete doğru ilerliyor…
Bir diğer sonuç: Yiğit vatan evladı Hasan Tahsin, Yunan sancaktarı tabancası ile vurarak yere seriyor. Yunan ordusunda büyük bir paniğe neden oluyor. Oracıkta şehit ediliyor ama her Türk’ün kalbinde yaşıyor; ölümsüzleşiyor!
Şimdi de acı olay sonrasında gösterilen tepkileri hatırlayalım:
Hilmi Özkök: Göz bağlamak yerine pratik bir çözüm. Bu çuval değil, görüşü engelleyen bir poşet! Mübarek sanki Doğan görünümlü Şahin!
Recep Tayyip Erdoğan: Müzik notası mı bu? (ABD’ye NOTA verelim diyenlere!)
Abdullah Gül: Büyük devletler özür dilemez! (Mantı partisi esnasında)
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalar… Türk devleti, tutumunu değiştirmeyerek bu yüz kızartıcı kahpeliğe sıradan bir olaymış gibi yaklaşır. Çuval olayından sorumlu her seviyedeki ABD’li komutan, büyük bir önem ve öncelik verilerek, Genelkurmay da dâhilAnkara’da alay-ı vâlâ ile ağırlanır.
Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Ankara’daki temaslarında yanından hiç ayrılmayan bir şahıs Ankara’da büyük bir itibar görür. Bu zat-ı şahane, çuval kalleşliği senaryosunda Amerikalılardan rol kapan, dönemin peşmerge bozuntusu, nam-ı diğer kameraman Kubat Talabani’dir.Sonraki dönemlerde, sanki böyle bir olay yaşanmamış gibi, her iki devletin özel kuvvetleri arasında karşılıklı iş birliği anlaşmaları imzalanır. Demek ki bu olayı Türk devleti ve Türk milleti birbirlerinden çok farklı olarak algılamıştır.
13 Kasım 2014,İstanbul. Türk basınında Sözcü dâhil en çok satan basın ve yayın organları, internet haber siteleri ilginç bir haberi manşetlerine taşıdı. Sosyal medya bu haberle çalkalanıyordu. Haberler çarpıcı fotoğraflarla süslenmişti: “Türkiye Gençlik Birliği (TGB) Eminönü’de Amerikan askerlerinin kafasına çuval geçirdi. Olaya karışan TGB’liler gözaltına alındı.”
Bu eylem sonrasında da resmi demeçlerde bakalım neler geçmiş:
TÜRK Dışişleri Bakanlığı: Hoş görülmesi mümkün olmayan bu saygısız eylemi kınıyoruz.
ABD Büyükelçiliği: Saldırıyı kınıyoruz. Türk misafirperverliğine saygısızlık teşkil eden bu eyleme, Türk milletinin çoğunluğunun karşı çıkacağından şüphe duymuyoruz.
ABD Savunma Bakanlığı (PENTAGON) : Sokaktaki eşkıyalar tarafından yapılan bu saldırıyı çirkin buluyor ve kınıyoruz. Bu olay NATO müttefikimiz olan Türkiye ile olan güçlü ilişkilerimizi asla bozmaz!
CHP (Akif Hamzaçebi): Yapılan hareketi doğru bulmuyorum!
Eylem değişik bakış açılarına göre farklı yorumlanabilecek çeşitli dinamikleri bünyesinde barındırmakta ise de Türk milletinde bir karşılık bulduğu hemen anlaşılıyor. Aksi halde, bilinen nedenlerle merkez medyada bu kadar geniş bir yankı bulmazdı!
Yazıya, “Yeniden Kazanmak” isimli kitabımdan aldığım bir pasajla son veriyorum.
Bir gün,“Ziyaretçiniz var!” dediler. Listeye baktım, ziyaretçiyi tanımıyorum. “Hayırdır inşallah!” diyerek yola koyuldum. Karşımda nur yüzlü, gözlerinden ışık saçan 17 yaşında, pırıl pırıl, sevimli bir genç kız var. Sözlerini soluk almadan arka arkaya ve heyecanla sıraladı: “Komutanım, ben İstanbul Üniversitesi TGB grubundanım. Sizlerle gurur duyuyoruz. Hepimiz adına hapis yatıyorsunuz. Gençlik olarak görevi biz devraldık. Merak etmeyin! Bu duvarları yıkarak sizi dışarı çıkaracağız! Yeni Türkiye’yi hep birlikte kuracağız.”
Bu cesur ve inançlı genç kız, bana hayatım boyunca unutamayacağım ve dünyadaki hiçbir eğitim ve öğretim müessesesinde alamayacağım güzel bir ders vermişti.
Hiçbir komutanıma, hiçbir silah arkadaşıma duymadığım kadar, bu asil genç kıza saygı duydum. Bir hafta kendime gelemedim. Atatürk adına ne varsa, onları artık TGB’li bu altın nesil, bu altın gençler temsil ediyordu. Utandım!
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr