Orası ''İsveç Cenneti'' ise ''Burası Türkiye''

Abdullah Gürgün Yazar gurguna@hotmail.com

Ulusal Kanal’ın önceki genel yayın yönetmenlerinden Yener Güneş, benim de ikinci vatanım olan Avusturya’nın başşehri, valsler kenti Viyana’da yaşıyor şimdi ve Ulusal Kanal’ın yurtdışı temsilcisi. Bugün telefon etti, yeni ve güzel atılım planlarını anlattı, ulusalkanal.com.tr için köşe yazıları yazmamı istedi.

Zaten Ulusal Kanal kurulduğundan bu yana İsveç temsilciliğini yapıyordum. Sözde emekli oldum, Türkiye’ye yerleştim ama gazetecinin, yazarın emekliliği olmuyor. Sen durmaya kalksan kafan, elin durmuyor. Bu kez de ulusalkanal.com.tr için geçtim klavye başına.

Gazetecilikle ilk tanışmam 1969’da İstanbul’da oldu ama okulunu okumam ve profesyonel olarak çalışmam İsveç’te gerçekleşti. Aydınlık, Cumhuriyet, Nokta, TRT, Ulusal Kanal, Berfin Bahar, Somut gibi birçok yere katkıda bulunmama karşın asıl çalışma yerim Kuzeyin Venedik’i Stockholm’de İsveç Radyo ve Televizyonu oldu.

Bir Türk gazeteci olarak İsveç’te, en rahat ve özgür koşullarda, İsveç Radyosu ve Televizyonu’nda çalışırken hem gıpta etmişimdir hem de yermişimdir. Çünkü pekçok konuda örnek almamız gereken şeyler varken öte yandan hiç de beklenmeyecek, yakışıksız olaylarla karşılaştım. Gazetecilerin hak ve özgürlükleri kuşkusuz Türkiye ile karşılaştırılamaz. Sadece örgütlülüğü bile örnek alınacak bir olgu. Her iş yerinde bir gazeteci kulübü vardır. Serbest gazeteci olarak çalışanların da öyle. Bunların birleştiği bölgesel sendikalar ve çatı örgütü Gazeteciler Federasyonu vardır. Sendikasız gazeteci yoktur ve basın kartını da Gazeteciler sendikası verir. Burslar, kurslar, yayın organları, türlü çeşit olanaklar…

Öte yandan büyük mücadelelerle kurulmuş ve bu duruma gelmiş olan örgütler artık sendika ağalarının cep doldurduğu ahbap çavuşlar tekkelerine dönmüştür. Mücadele ruhundan çok uzlaşı eğilimi ağır basar. Örneğin İsveç Radyo Televizyonu’ndan ve günlük gazetelerden binlerce kişi toplu işten atılmıştır da sendikanın gıkı çıkmamıştır. Beş yıl yönetimde bulundum. Lüks otel ve lokantalarda toplantılara katılıp, laf olsun torba dolsun misali incir çekirdeğini bile doldurmayan işlerle uğraştığımızı itiraf etmeliyim.

İsveç basını için özgürlükler geniştir ama gizli bir göz, kulak sizi hep izler. Ya kendiniz kendinizi sansürlersiniz ya da münasip bir şekilde engellenirsiniz. Örneğin, Kürt sorunu konusunda sayısız program yapmışımdır. Ama Kuzey İskandinavya’da yaşayan Laponlar hakkında eleştirel bir program hiç yapamadım. Çünkü Laponlar İsveç devleti tarafından 1976 yılına dek kısırlaştırılarak soykırıma uğratılmış bir halktır. İsveç’in Kızılderilileridir… Program önerim kesinlikle kabul edilmedi. Sadece bana karşı da değil. Değerli program yapımcısı, belgeselci dostum Harald Tiren de o izni nedense alamadı. Ama onları turistik atraksiyon olarak göstermek isterseniz o zaman oluyor. Yüksek yaylalarda geyiklerinin peşinde yerel giysilerinin içinde jojka (yoyka okunur) şarkılarını söyleyerek Kızılderili çadırlarına benzeyen kota isimli konutlarında mutlu mesut yaşantılarını anlatmak isterseniz kesenin ağzını açarlar ve her türlü izni alırsınız. O programlar için üç kez kuzey İskandinavya’yı gezme izni aldım…

Başka bir örnek: Ermenilere Türklerin soykırım iddiası konusunda tarafsız program yapmaya kalkarsanız yandınız. Hele hele İsveç parlamentosunun 1915 olaylarını soykırım olarak kabul etme

kararından sonra bunu sorgulamanız daha da olanaksız hale gelmiştir. Ermenistan Karabağ’ı işgal ettiğinde bu işgali haklı gösteren bir saatlik program yayınlandı. Ben bunu hem yönetime hem de “granskningsnämnden” denen inceleme kuruluna şikayet ettim. Sonuç: Çalıştığım şirkete sadakatsizlikten ihtar aldım! Diğer bir deyişle gizli bir elin çizdiği sınırları aşmamak koşuluyla İsveç’in en geniş özgürlüklerinden yararlanabilirsiniz… O nedenle kendi kendinizi denetleyeceksiniz. İsveçli gazeteciler kendi kendilerini denetleme konusunda gayet güzel terbiye edilmişlerdir. İsveç’te sadece üç gazeteci hapse atılmıştır: Jan Guillou, Håkan Isacson ve Peter Bratt. Bunlar dünyaca ünlü devrimci Yazar Jan Mydral’ın kurmuş olduğu Folket i Bild dergisinde İsveç’te parlamentonun bile bilmediği bir İsveç Gladyosu’nu ifşa etmişlerdir. Bu örgüt solcuları fişlemiş, Stockholm’deki Mısır Büyükelçiliğine girmiş, Vietnam için çalışan örgütlere, Filistin gruplarına sızmıştır. Yurtdışında da ajanlar çalıştırmıştır. Bu tür faaliyetlerini İsrail ve ABD İstihbarat örgütlerinin güdümünde yürütmüştür.

Bunun dışında hapse giren, işkence gören gazeteci yok. Bizdeki durumla karşılaştırılamaz. Bizimkiler hak ve özgürlük sınırlarını zorlamaktan çekinmedikleri için olur olmaz baskılarla da karşılaşırlar. Ancak bizde de gazeteci kılığında militan çok. Mesleği istismar çok. Gazeteciliği, yanlış bilgilendirme, kara propaganda, psikolojik savaş, karalama, itibarsızlaştırma aracı olarak kullanan tetikçiler çok… Yazık…

Genelleştirirsek, cennet dedikleri İsveç’te daha az şaşırıyorsunuz. Daha düzenli, daha sakin, daha temiz, daha kurallara uyulan, daha dürüst, insan ve doğaya daha fazla saygı duyulan bir yaşam var. Olay bulma sıkıntısı yaşıyorsunuz. Yaşamınız tekdüze gidiyor. Daha yalnız, karanlık, insanı ve iklimi daha soğuk bir ülke. Her adımınız düzenli ve örgütlü… Buna karşın Türkiye’de bir kaos, kargaşa içine giriyorsunuz. Her an her şey olabiliyor. Her gün ayrı macera… Bazen bir gün, İsveç’te yaşadığınız bir aya bedel oluyor. Günler olumlu/olumsuz çok daha dolu geçiyor. Pekçok garip olayla karşılaşıyorsunuz. Elli yıllık yurtdışı yaşamından sonra pekçok şey sizi şaşkına çeviriyor. Anlamaya çalışıyorsunuz. Çok da kolay anlatıyorlar: “BURASI TÜRKİYE”…

Yazılarımda, “İsveç cenneti”dedikleri yerden ve “Burası Türkiye”den olumlu, olumsuz; güzel, çirkin, aklıma gelen her konuda şaşkınlarımı, düşüncelerimi, tepkilerimi olduğu gibi sunmaya çalışacağım sizlere. Sürç-i lisan edersem affola…

Tüm yazılarını göster