Bugünlerde dolar bahsi açıldığında sürekli duyduğum cümle: Söylemiştiniz… Evet sorunun bu noktaya geleceğini gerek yazılarımızda, gerekse de televizyon programlarımızda dile getirmiş ve uyarmıştık.
Bunu yaparken de ne cebimizde dolarımız vardı; ne de medyumluk, müneccimlik gibi saçma sapan iddialarımız. Sadece ekonominin gidişatı ile eldeki verileri analiz ettiğinizde, Atatürk’ün bize mirası olan akıl ve bilimle gördüğümüzü aktardık.
Sürekli iyimserlik, kötümserlik diye ekonominin yönetilemeyeceğini, gerçekçi olunması gerektiğini söyledim. O yüzden bugün gelinen nokta, sürpriz veya olağanüstü bir durumun tezahürü değil.
Ayrıca gelinen noktadan mutluluk duyduğum da söylenemez. Çünkü ben de her vatandaş gibi bu ağırlaşan faturadan payıma düşeni alıyorum. Derdimiz ne felaket tellallığı yapmak, ne de zannedildiği gibi birilerine karşı çıkmaktı. Önlem alınsın istedik.
Fakat sorunu kabul etmeyen insanların, önlem alması olanaksız oluyor. Yani araç duvara son hız giderken, sonunda çarparak duracağını söylemek müthiş bir zekâ gerektirmiyor. Yapılan sadece araçtaki biri olarak durma mesafesinin kalmadığını görüp, ‘hızı azalt ya da vites düşür ki, hasar azalsın’ demekten ibaret.
Şimdi canım ülkem doların geldiği noktaya hayret etmeye devam etsin, ben gelecek dönem için bugünden yine bir uyarının altını çizeyim. Döviz pozisyon açığı… Yani sahip olduklarımızla, yükümlülüklerimiz arasındaki fark. Türkiye’nin toplam açığı 383 milyar dolar. Son 10 yılda açıktaki artış 200 milyar dolardan fazla.
Bundan da tehlikeli olan, finans kesimi dışındaki reel sektörün, yani üreten, ticaret yapan ve bu yolla istihdam başta olmak üzere katkı sağlayan grubun payı.
Merkez Bankası’nın son açıkladığı 2016 Ekim verilerine göre net döviz açığı reel sektör için 212 milyar 602 milyon dolar. Tekrar altını çiziyorum; bunun içinde bankalar ve finans kesimi yok.
Bunu eylül itibariyle düştü diye haber yapmak ayrı bir aymazlık olmakla beraber; kurun 3.60’ı zorladığı süreçte, TL bazında maliyetlerin geçen seneye oranla kat be kat arttığını da dikkate almak gerekir.
Yurtdışı finans olanakları kısıtlanan, ihracatı düşen, içte ödeme ve tahsilât problemi yaşayan, dünyanın arz fazlası problemi nedeniyle elenme sürecine girdiği, katma değerli üretim yapamayan bu işletmeler gelecek adına en büyük problemlerin kaynağı olmaya aday.
‘Dolar bozdur’ kampanyaları yapmak kolay da, bu borç ödemelerinde dolar ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarının sorununun yanıtı zor. Siz bu şirketlerimize ‘dolar bozdur’ baskısı yapıp, sonra da ödeme zamanlarında mesela ‘2.50’den dolar verebilecek misiniz? TL ödeme yapamayacaklarına göre, sorunu nasıl çözmeyi planlıyorsunuz?
Herkesin görmezden geldiği, ekonomi yönetiminin de ‘firmaların sorunu’ diye yaklaştığı bu mesele, işsizlikten kırılan ödemeler zincirine kadar birçok problemin habercisi.
Bence şimdiden düşünmek lazım… Zira sıkıntı yaşanınca ‘haklıymışsınız’ sözü bir anlam ifade etmiyor. Ayrıca araba duvara çarptıktan sonra haklı çıkmak umurumda bile değil. Çünkü iş işten geçmiş oluyor.
Çetin Ünsalan