“Bir Bahar Akşamı Rastladım Size”... Bu şiiri Selahattin Pınar bestelemişti. Söylemeyen Türk müziği sanatçısı kalmamıştır belki.
60’lı yıllarda İzmir Namık Kemal Lisesi’nde okurken öğretmenimiz vermişti Bir Bahar Akşamı isimli şiir kitabını. Edebiyat öğretmenlerimizden Fuat Edip Baksı 1963 yılında yazmıştı bu dizeleri.
Gençken bulamadığı bir aşkı yaşı epeyce ilerlediğinde bulur Fuat Edip. Bir bahar akşamı yolu, Acıbadem’deki Çamlıca Kız Lisesi’nin önünden geçer. Okul zili çalmış ve öğrenciler evlerine gitmek üzere dağılıyorlardır. O sırada Fuat Edip bir kızla göz göze gelir. Şaşırır. Bu kız, gençliğinden beri aradığı kızdır. İlk bakışta aşık olur. Kız öğrenci de utanır, başını eğer. Ama artık çok geçtir. Arada çok büyük yaş farkı vardır. Olmayacak duaya amin demez. O da boynunu büküp yoluna devam eder. Dudaklarına bir şiirin mısraları yapışır. Bunları kağıda döker. Ve bu güzel dizeler usta besteci Selahattin Pınar’ın uduna nağme olur. Kulaktan kulağa yayılır.
Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz?
İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki: yıllardır aradığım bu!
Şimdi soruyorum büküp boynumu:
Daha önceleri neredeydiniz?
Bir de İsmet Kültür öğretmenimiz vardı. “Nasıl Okumalı” diye kendi yazdığı bir kitapçık armağan etmişti bana. Biz bu öğretmenlerimizden öğrendik okumayı yazmayı sevmeyi. Yalnız okumayı yazmayı değil kibarlığı, efendiliği de.
“Siz” sözcüğünü bu şiir sevdirdi bana. Bence içeriğiyle çok asildir “siz” sözcüğü. Yalnız tanımadığım kişilere değil, çok sevdiğim yakınlarıma hatta eşime ve hatta çocuğuma karşı bile kullanırım zaman zaman.
Şansım yaver gitti. Gençlik yıllarımda geldiğim Avusturya’da da halk pek kibardı. Yaşlısı genci, herkes birbirine sie (siz) diye hitap ediyordu. Her şeye, danke (Teşekkür ederim), bitte (bir şey değil lütfen), entschuldigen sie bitte (lütfen affedin) diyorlardı.
Hiç unutmam bir gasthous’ta (İçkili lokanta - meyhane) otururken sigaram bitmişti (O zaman içiyordum. Bırakalı çok oldu). Yan masadan biri anladı ve sigara ikram etmek istedi: “Kann ich bitte sie eine Zigarette anbieten? (Lütfen size bir sigara ikram edebilir miyim?)” Hâlâ aklımdan çıkmadı bu tümce. Bu ne kibarlıktı?!.
İsveç’e gittim. Onlar da kibardı kuşkusuz. Herşeye onlar da “teşekkür”lü, “bir şey değil”li, “afedersin”li konuşuyorlardı ama “sen” diye hitap ediyorlardı. Bu tuhafıma gidiyordu. Genç ihtiyar herkes birbirine “sen” diye hitabediyordu. Annem yaşındaki bir kadına “sen” demek kolay değildi. Hatta ilk karşılaştığım insanlara da söylemekte zorlandım. Hâlâ çok saygı duyduğum kişilere sen demekte zorlandığım oluyor.
İsveç’te 1960’lı yılların sonlarında ve 1970’li yılların başında “sen reformu” yapılmış. Daha önceleri sen yerine “o” ya da “bay” “bayan” denirmiş.
1800’lü yıllarda “sen” sadece karı – koca, sevgililer ya da çok yakın arkadaşlar arasında kullanılırmış. Aile üyeleri bile birbirlerine “sen” demek yerine anne, baba, amca, hala vb şeklinde seslenirlermiş. Erkeklere seslenişte günlük yaşamda soyadı; kadınlara ise adı kullanılırmış.
Sosyal konumları farklı olanlar arasında da “sen” kullanılmazmış. Burjuvalarda aile arasında “sen” denirken, asillerde aile arasında da “sen” kullanılmazmış.
1960’lı yılların ikinci yarısında Dagens Nyheter gazetesi “siz” yerine “sen” demeyi demokrasi yolunda bir adım olarak niteleyerek kullanmaya başlar. Resmi olarak da ilk kez, 3 Temmuz 1967’de Tıbbi İşler Yönetim Kurulu Başkanı personele yaptığı bir konuşmada bundan sonra herkese “sen” diyeceğini bildirir. Bu “sen” reformu için ilk ciddi adım olur. Bu reformla birlikte “Bay doktor ne yapıyor” vb gibi mesleki isimle çağırmak da kalkar.
Bugün artık sadece kraliyet ailesine “majesteleri (ers majestet)” ya da “Yüce Kral Hazretleri (ers kungliga höghet)” ya da sadece kral, kraliçe, veliaht prens, veliaht prenses kullanılıyor. Meclis Başkanına da Herr Talman / Fru Talman (Bay Sözcü – Bayan Sözcü) deniyor. Bir de lüks restoranlarda garsonlar kibarlığı bırakamadı. Onlar bugün de “siz” ya da “bay”, “bayan” demeyi yeğliyorlar. Sanırım bu ortamda “siz” sözcüğü müşteriye sihirbaz değneği etkisi yapıyor ve bahşiş bollaşıyor.
“Sen” reformuyla insanlar birbirlerine saygılarını yitirmediler. Gerçekten herkes herkese saygısızlık olduğu düşünülmeden, aynı şekilde hitap etme hakkı kazandı.
Ne yazık ki, ülkemizde özellikle sosyal durumu, ekonomik durumu, mevkii değişik olanlar birbirlerine ayrımcılık ya da kayırıcılık yapıyorlar. Bir memurla konuşurken “siz” diye hitabediyorsunuz; o, “sen” diyor. Ama vatandaş ona “sen” dediğinde ters tepki görüyor.
Geçenlerde, Milas Ziraat Bankası’nda işimiz vardı. Korona nedeniyle içeriye belli sayıda insan alıyorlar. Güvenlik görevlisi işinin ne olduğuna göre içeri alıyor. Biz geldik sordu:
“Ne işiniz vardı, vezne mi, müşteri temsilcisi mi?”
“Vezne”.
“Lütfen biraz bekleyin”.
Kasketli üstü başı biraz eski bir vatandaş geldi. Görevli sordu:
“Ne işin var?”
“Para yatıracağım”
“Bekle”.
Bizim hanım birden parladı:
“Niye bize, ‘siz’ diyorsunuz da beyefendiye ‘sen’ diyorsunuz?”
Adam bizi önemli bir amir memur sandı galiba ki, “efendim siz buyrun”.
Eşim daha da bozuldu:
“Hayır efendim, ben de sıramı bekleyeceğim. Niye herkese eşit davranmıyorsunuz? Oda insan ben de insanım. Benim üstüm başım ondan daha düzgün diye ona ‘sen” diyemezsiniz. Ona da ‘siz’ diyeceksiniz”.
Adam morardı, sustu.
Bu duruma ne yazık ki yurdumuzun her yerinde, her alanda yaşıyoruz, tanık oluyoruz.
Adam arabasını iki park karesinin ortasındaki çizginin üstüne bırakıyor. İki yeri işgal ediyor. Rica ediyorsunuz, “Beyefendi şu arabanızı karenin içine alır mısınız? Biz de park edelim?”
Cevap: “İleride var park yeri, oraya park et”.
“Yahu kardeşim yanaştır şunu biraz. Park görevlisine mi söylememiz lazım?”
“Kime söylersen söyle. Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Kemal Sunal filmi gibi...
“Kimsin?”
İnanamazsınız adam savcılıkta çalışıyormuş.
Arakadaşlara anlatıyorum, “Biz de işe ‘sen reformu’ ile mi başlasak?” diyorum. Gülüyorlar.
“Boşver. Burası Türkiye”.
Memlekette öğrencisi yaşındakilere “siz” diyebilen Fuat Edip öğretmenler kalmadı mı acaba?”