İşsizlik rakamlarını düşürmeyi başardılar. Keşke bu cümleyi üretimin arttığı, ticaretin hareketli olduğu, kalkınma odaklı bir büyümenin neticesi olarak söyleyebilseydim. Ama ne yazık ki durum öyle değil.
TÜİK, hem istihdam edilen insan sayısını hem de işsiz sayısını azaltmayı başardı. Üstelik yine işsizlerinin yarısını yok sayarak… İşten çıkarmaların yasak dahi olduğu ortamda, insanların nasıl işini kaybettiğini hepimiz biliyoruz.
Lakin istatistik kurumumuz bilmiyor olmalı. Aslında ortaya çıkan tek sonuç ne biliyor musunuz? Türkiye ekonomisi için son derece kritik öneme sahip, veri ekonomisine gidilen bir süreçte işin merkezi olabilecek bir kurum, kendi kendine itibarsızlaştırıyor.
Her dört gençten birinin işsiz olduğu, işsiz sayılmayanlarla birlikte boştaki kişilerin yüzde 27,2 oranına ulaştığı bir ortamda, hem işsizlik fonunu kısa çalışma ödeneği ile ilgili erittiler; hem de insanları işsiz saymadıkları için yalnız bıraktılar.
Yani sadece istihdam ortamı yaratmak değil, üstüne işsiz kaldığında da çalışırken kumbaraya attığı paraya el koyarak çifte kavrulmuş eziyet çektiriyorlar. Elbette bu sadece görünen ve rakamlara yansıyan kısım.
Günün sonunda insanlar, evine ekmek götürmek için çalışıyorsa, ailesinin ihtiyaçlarını gidermek, faturalarını ödemek için uğraşıyorsa, bunun için gelir elde edemeyen herkesi işsiz kabul etmek gerekmez mi?
Bir işsizden çok daha kötü bir grup var. Siftah yapamayan, borca batan, mal sahibine de yanındaki insana da borçlanan, pandemide batma noktasına gelen, batmasa da gizli iflas içinde olan esnaf.
Türkiye’de yaklaşık 2 milyon esnaf var. Bunlar iş yapamadıkları gibi, bir de üzerine mükellefiyetlerinden dolayı borçlandılar. Bağ-Kur’larını ödeyemiyorlar; borçlarını çeviremiyorlar.
Daha fenası eve ekmek götüremiyorlar. Sağlık ve pandemi nedeniyle kapattığınız dükkanlarının sahiplerini 3 – 5 bin TL ile avutabileceğinizi mi zannediyorsunuz? Esnaf bunu sadece pandemide yaşamadı.
Çok uzun zamandır bir iş hacmi problemi var. Kredilere batmış haldeler. Kredi kartları patlamış durumda. Vergi ve SGK primlerini asla ödeyemiyorlar. Yapılandırmadan yapılandırmaya koşup, daha çok borç üstlenerek bozulan anlaşmanın altında kalıyorlar.
Peki Türkiye’de işsizlikten söz edeceksek, bu insanları nasıl yok sayacağız? Durum o kadar sorunlu ki, uzun zamandır çalışanlarınkine benzer işsizlik fonu gibi bir yapılanma talep ediyorlar.
Şimdi geldiğimiz noktada işsizliği ya da çalışmayı, eve ekmek götürmek, insani ihtiyaçlarını karşılamak olarak yorumluyorsak, esnafı da işsiz saymamız gerekmiyor mu?
Belki de gerekmiyor. Çiftçi, esnaf, hatta bir çok KOBİ sadece görüntüde çalışıyor. Ay sonunu getiremeyen de borca batıyor. Yani aslında çalışanlardan ya da çalışamayanlardan çok farkları yok.
Peki hiç bunların tartışıldığını duydunuz mu? Duyamazsınız. Zira sadece isteyen, ama asla vermeyen bir yaklaşımın, işsizi işsiz kabul etmemesi de, siftah yapmamış insandan matrah arttırarak kazanmadığı parayı vergilendirmek istemesi de aynı bakış açısının ürünü.
Üzgünüm ama buradan kısır döngüden ve büyüyen sorunlardan başka bir şey çıkmaz. Ne demişti Rahmetli Demirel? Meseleleri mesele etmezseniz mesele kalmaz. Bence geldiğimiz noktada sergilenen yaklaşım; bu tavra rahmet okutur.