“Orada Tanrı ile insan, doğa ile sanat hep birlikte el ele vererek öyle mükemmel bir yer yarattılar ki görülmeye değer.” Fransız Yazar Lamartine, Asya ile Avrupa’yı bağlayan İstanbul’u bu sözlerle tarif ediyor.
Tarihiyle, kendisine has özellikleriyle büyük bir kültür mirası olan İstanbul, sadece yazarların ilhamı olan bir kent değildir. Dünya ekonomi tarihinde de çok özel bir yere sahiptir. Her dönem merkez özelliği ve taşıdığı potansiyelle dikkatleri üzerinde toplayan bu şehir, merkezinde bulundurduğu tarihi yarımadayla da hep ticaretin odak noktası olmayı başarmıştır.
Nitekim günümüze geldiğimizde de İstanbul’un gerek ülke ekonomisinde gerekse de dünyada önemi göz ardı edilemez. Dünyada, Türkiye markasının dahi önüne geçerek tanınmışlığıyla turizmden kültüre kadar pek çok alanda varlığını hissettirdiği gibi, transit yol özelliği ve iki kıtayı birbirine bağlayan lojistik niteliğiyle de kritik değerdedir.
Ülke ekonomisindeki yerine baktığımızda ise gerek nüfus ağırlığı, gerekse yarattığı katma değerle ülkenin göz bebeğidir.
Son açıklanan verilere göre: “Türkiye’nin 341 milyar dolarlık dış ticaret hacminin yüzde 56’lık kısmını karşılayan İstanbul, milli gelirin yüzde 27’sini, ihracatın da yüzde 43’ünü tek başına sağlıyor. Türkiye ekonomisinin kalbinin attığı İstanbul, 130 ülkeden daha büyük ekonomisiyle de dünya başkenti hüviyetini ortaya koyuyor.”
Bugün finans merkezi olma yolunda çalışmalarını hızlandıran şehir, doğru kullanılabilirse, belki finansın merkezi değil ama gelecekte de tıpkı geçmişte olduğu gibi ticaretin kavşak noktalarından biri olmaya başarmaya aday.
Şüpesiz böylesine devasa bir yapının, nüfus yoğunluğuna paralel kentleşmeyle ilgili sıkıntıları da büyüyor. Kalkınmanın yurt geneline yaygınlaşması amacıyla hükümetler hep sanayinin Anadolu’ya yaygınlaştırılması politikasını esas aldı. Esasen prensipte bakıldığında da bu son derece doğru bir yaklaşım.
Lakin son 5 yıldır doğudan kuzeye, güneyden batıya kadar yaptığım tüm il ziyaretlerinde gördüğüm bir şey var. Ölçek ekonomisi yaratmak adına İstanbul’daki üretimi Anadolu’ya yayabiliriz. Zaten bu ülke ekonomisi için tartışılmaz bir gerçek. Fakat İstanbul dışındaki hiçbir ilde, dünya çapında markalar çıkarmamız kısa vadede mümkün değil.
Bu nedenle İstanbul’un tarihi mirasının getirdiği bu faktörü göz ardı etmeden gelişimi yaratmalıyız. İhtisas bazında üretimler yurda yayılırken, marka yaratma hedefini İstanbul’dan başlatmalıyız.
Küçük ve orta boy işletmelerin de büyük holdinglerin de ev sahibi olan kente yönelik farklı stratejiler oluşturmak durumundayız. Burada bilhassa organize sanayi bölgelerinin yeniden yapılandırılmasını, mevcut potansiyellerinin açığa çıkarılmasını sağlayacak yaklaşımlar, İstanbul’u da bağlantılı olarak Türkiye’yi de dünya ekonomisinde öne çıkaracaktır.
Turizm gibi başı çekecek sektörlerle ilgili özel çalışmalar yaparken, İstanbul’un üretim, ihracat ve istihdam alanındaki niteliklerini yok etmek yerine disiplin altına alma ihtiyacımız bulunuyor.
Biz ne yaparsak yapalım İstanbul tarihten gelen misyonuyla yine ticaretin merkezi olacaktır. O zaman bu potansiyeli doğru yönetmekle işe başlamalıyız. Örneğin şehrin yaygınlaştığı Beylikdüzü, Kıraç, Silivri ya da karşı tarafta Dudullu gibi noktalarda faaliyet gösteren işletmelere yönelik özel çalışmalar gerçekleştirmeliyiz.
Bunların ölçek ekonomisi yaratacak birikimlerini, bilgi, tasarım ve marka üretecek boyutlarda geliştirirken, bu yönde faaliyet gösterenlerin büyümeye paralel yeni yatırımlarını Anadolu’ya kaydırmanın ve lojistikten nitelikli elemana kadar ihtiyaçlarına her açıdan destek vermenin yollarını aramalıyız.
Bunun için de işe İstanbul’da bilgi bankaları ve düşünce üretim merkezleri kurarak başlayabiliriz. Bu merkezlerde üretilecek projelerin sanayinin dönüşümü, katma değer yaratması kadar, ülkenin sağlıklı büyümesine katkı sağlayacağı da şüphesizdir.
İstanbul, dev bir proje havuzu haline dönüştürülebilir. Bu projeler hayata geçirilirse, teknolojiden hazır giyime kadar her alanda kentin mucizenin adresi olması işten bile değil.
Ayrıca nüfus dezavantajını terse çevirmek de mümkün. Yoğun yaşam aynı zamanda yoğun atık demektir. Atıkların doğru ayrıştırılmasıyla, İstanbul’u başta biyogaz olmak üzere benzer yakıt türlerinin hammadde kaynağı haline dönüştürebiliriz.
Yine trafik sorununu dünyada kullanılan teknolojilerden faydalanarak, yola döşenecek özel sistemlerle enerji üreten bir yapıya bürürdürebiliriz.
Esasen ekonominin tarihine tanıklık eden İstanbul, gelecekte bize ona nasıl baktığımızla ilgili fotoğraf verecektir. Sarmal haline dönüşen sorunlarını problem etmek yerine, çözüm kendisi haline dönüştürebilirsek, bu ilde büyük bir potansiyel var.
Sanayiyi buradan göndermek yerine markalaşmanın ve Anadolu’da artacak yatırımların merkezi yapabiliriz. Trafikten atığa şu an belediyecilik anlamında maliyet olan başlıklarını, teknolojinin yardımıyla üretim merkezleri haline dönüştürebiliriz. Finansı tüketimden çıkarıp, üretime yönlendiren odak noktası yapabiliriz. Turizm boyutuna zaten değinmiyorum. Her yanından tarih fışkıran özelliğiyle İstanbul bir açık hava müzesi…
Neticede bu şehre ya sorun olarak bakacağız ya da sorunlarını zenginliğe dönüştürecek metotlara kafa yaracağız. Tercihimiz sonucu belirleyecektir.