Türk basınında hiçbir siyasi doktrin ve jeopolitik çerçeveye dayanmadan Türk Cumhuriyetlerini suçlayan, kaba ve temelsiz yazılara tanık olmaktayız. Eğer bu yazılar belirli bir amaca hizmet etmiyorsa, büyük bir bilgi eksikliği gün gibi ortadadır. Önce bu konuda Atatürk’ün yapmış olduğu değerlendirmeyi hatırlayalım:
ATATÜRK’ÜN SİYASİ ÖNGÖRÜSÜ
“Benim hayatta yegâne fahrim ve servetim Türklükten başka şey değildir. Bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağım kimse bugünden kestiremez! Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tutuğu milletler avuçlarından kaçabilir. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hatırlatmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Dış Türklerin bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.”
UYGARLIK KARIŞIMDIR
Ama Atatürk şu konuyu da çok iyi biliyordu. Siyasal, sosyolojik ve tarihsel olarak millet, ırki değil, bütünüyle siyasi bir oluşumdur. Kendisine "Türk" diyen herkes, ırki anlamda değil, siyasi anlamda Türk milletinin bir mensubudur. Bu nedenle, hayaller dünyasında dolaşmak, gerçeklerden kopmak ve gücünün çok ötesinde hedefler belirlemek yıkıcı sonuçlar doğurur. Türk milleti, Anadolu'da yaşamış tüm medeniyetlerin (Hitit, Lidya, Likya, Frigya, İyonya, Truva, Selçuklu, Osmanlı vb.) etkileşimi ve birbirine karışmasıyla ortaya çıkmış kültürel ve siyasal bir sonuçtur. Anadolu'ya göç eden her kavim ya da milliyet uygarlık birikimini de Anadolu'ya taşımış ve böylece medeniyetler birbirlerine karışarak daha ileri düzeyde uygarlıklar yaratmıştır.
Aslında bu süreç dünyadaki diğer tüm uygarlıklar için de geçerlidir. Hiçbir uygarlık durup dururken yeşermez; hepsi önceki medeniyetlerden öğeler alarak yükselir. Dünyaca ünlü Alman arkeolog Hugo Winckler (1863-1913) bu konuyu özlü olarak ifade eder: "Kültür yaratmış milletler ırk bakımından asla saf değildir; aksine, kültür karışım sonunda ortaya çıkar!" Binlerce yıllık süreçlerde, Anadolu'daki her uygarlık diğerlerine çok önemli katkılarda bulunmuş ve Türk kimliği oluşmuştur. Anadolu'da ortaya çıkan ve şekillenen bu kimlik tarihsel ve siyasidir. Bütün diğer milliyetleri ve etnisiteleri bir potada eriten Türk dilidir. Türkçe konuşulduğu için, baskın öğe, ırki geçmişe dayanmayan ve birleştirici bir unsur olarak çimento görevi yapan Türklük olmuştur.
TÜRK DÜNYASI İLE İLİŞKİLER
Bu koşullar altında Türkiye’nin ortak bir kültür ve tarihi mirasa sahip doğal müttefiklerini karalamak ancak Türk düşmanlarını sevindirir. Türk dünyası bütün Türklerin geleceğidir. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Azerbaycan, Türkiye için bir kuvvet çarpanıdır. Ama ülkemizin bugünkü kaynakları ile saptayacağı hedefler gerçekçi olmalıdır. Dünyanın kalpgâhında (heartland) oyuncu olmak için dünya çapında kaynaklara sahip olmak gerekir. Hayallerimiz hırslarımızın ötesine geçmemelidir. Jeopolitik; coğrafya, siyaset ve stratejiyle güç denklemi kuran bir disiplindir. Bu disiplinin tatlı rüyalarla, boş hayallerle hiçbir işi olamaz! Türkiye, ortak bir din ve kültür birliği içinde olduğu, dilinin kaynağı olan bu ülkelerle her türlü ilişki kurma hakkına sahiptir. Ancak bu ilişkiler ağırlıklı olarak ekonomik ve kültürel boyutta olmalı, Türkiye, Avrasya'nın güçlü ve kabul edilebilir bir üyesi olana dek stratejik bir boyut taşımamalıdır.