Türkiye’de ne zaman bir yerde deprem olsa, nitelikli konut meselesi ve dönüşüm gündeme geliyor. Çok acıdır yıllarca bu şansı boşa kullanan ve kullanılabilir konutlar yerine, rant tipi işlere imza atanlar ile yakınanlar aynı kişiler.
Ülkeyi neredeyse 20 yıl, İstanbul, Ankara gibi metropolleri yaklaşık çeyrek asır yöneteceksiniz, ekonomiyi diğer tüm sektörleri heba ederek inşaat temeline oturtacaksınız ve sonra yeni iktidar olmuş gibi yakınacaksınız.
Hatta İstanbul’a ihanet ettiğinizi itiraf edip, af dileyeceksiniz, sonra ikinci bir İstanbul yaratmak ve daha büyük bir tahribata imza atmak için inat edeceksiniz. Tüm bunlar, kabul edilebilir şeyler değil.
Şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum çıkmış, dönüşmesi gereken 1,5 milyon konut olduğundan bahsediyor. Bunun 300 bini de İstanbul’da... Hesapsızlığa ve plansızlığa bakar mısınız?
Öncelikle nüfusun neredeyse dörtte birinin yaşadığı, çarpık kentleşmenin iliklerine kadar hissedildiği İstanbul’da 300 bin konut ihtiyacı bence gerçekçi değil. Bugün iktidar belediyeleri tarafından yönetilen ilçeler zaten başlı başına bir risk deposu.
Ayrıca orta gelir grubundaki insanların da hali hazırda, ihtiyaçtan kaynaklanan çok ciddi bir konut talebi olduğu biliniyor. Şimdi tekrar 1,5 milyon konut ihtiyacı rakamına mercek tutalım.
İlgili Bakan söylediği için bu rakamı doğru kabul edersek, asıl cevaplanması gereken sorunun toprağa gömülen milyarlarca doların ne olduğu ve hesabı verilmeden yeniden para harcama talebinin ortaya atılmasının anlamlı olup olmadığıdır.
Şu an Türkiye’de yaklaşık 2 milyon adede yakın stokta bekleyen gayrimenkul var. Son dönemde konut satışlarının azaldığını dikkate alırsak, bu stoktan çok büyük bir erime olmadığını söyleyebiliriz.
Ayrıca bir dip not vereyim. Satışları sürekli azalan bir emtianın, nasıl oluyor da fiyatları rekor düzeyde artıyor kimse araştırmıyor. Bu zaten başlı başına bir skandal. Hele ki kredi desteklerinin inşaat sahasına verildiğini ve zararın kamu üzerinden halka yansıdığını da dikkate alırsak.
Hadi bunları da bir kenara koyalım. GYODER kaynaklı verilen bize gösteriyor ki, yaklaşık 2 milyon olduğu vurgulanan stok gayrimenkullerin yüzde 30 – 35’i işyerlerinden oluşuyor.
Yani geriye 1 milyon 400 bin civarında yapılmış, satılamayan ama fiyatları satılmadıkça artan bir yapı gerçeği çıkıyor. Demek ki bu memlekette Bakan’ın bahsettiği ihtiyaç kadar yapılmış ve boş duran konut var.
Fakat bunların mimarisinden kullanımına kadar hiç biri halkın gerçekleriyle örtüşmüyor. Genellikle lüks konutlardan oluşturulmuş, para kaygısıyla yapılmış ve satılamayan konutlar.
Yani büyük bir planlama eksikliği gün gibi ortada duruyor. Daha kötüsü bu yapı deprem nedeniyle dönüşmesi gereken konutları finanse etmesi gereken bankacılık sektörünü de zehirliyor.
Türkiye’deki bankalar elini kaptırmış vaziyette. Bitti mi? Hayır... Türkiye’de sektörlerin yurtdışı borçluluk oranı ortalama yüzde 30’larda iken, inşaat sektöründe bu oran yüzde 70’leri vuruyor.
Yani burada her satılamayan konut, sadece yapılması gerekenlerin finansmanını yok etmiyor; yabancı para cinsinden borç nedeniyle dolar üzerinde de baskı haline geliyor; düşmeyen, tersine artan fiyatlar nedeniyle enflasyon aşamasında da...
O zaman bir iki soru var. Bu kadar borç parayla, bu kadar ihtiyaçla örtüşmeyen ve doğal olarak da satılmayan konutun yapılmasına neden izin verdiniz? Şimdi elde kalan kadar ihtiyaç olan sayı birbirine eşse, özür dileyip, hesap verilmesi gerekmiyor mu?
Kanal İstanbul adlı çalışmada yapılan konut tiplerine baktığınızda, şu an satılamayan konutların benzerlerini yapmaya hangi gerekçeyle soyunuyorsunuz? Sorular çok açık ve basit. Çünkü sonuçları ortada.
Cevaplaması gerekenler ise bırakın yüzünün kızarmasını, aynı hatada ısrar ediyorlar. Anlaşılır gibi değil.